1. 1.
    +1
    alıntıdır;

    'Başbuğ' Türkeş önderliğindeki faşist MHP işe gençliği örgütlemekle başladı ve 1966'da kurulan Ülkü Ocaklarını geliştirmeye çalıştı. Ülkücü-faşist hareket partileşme sürecinde birçok çevre ve dernek aracılığıyla çetelerini de örgütlemiş, faşizmin klagib gidişatına uygun olarak yakın zamanda devreye sokacağı faşist terörün araçlarını da yaratmıştır. işte Ülkü Ocakları, MHP'nin organize ettiği bu faşist çetelere 'yurt' oluyor ve aynı zamanda insan kaynağı sağlıyordu. Başlangıçta üniversite gençliğinin örgütlendiği MTTB ve TMTF gibi derneklerde etkin olmaya çalışan ülkücü-faşistler, solun üniversite gençliği içindeki hegemonyasından dolayı burada istediklerini elde edemeyince kendi yandaşlarının Ülkü Ocakları çatısı altında toplanmasını sağlamışlardı. Böylece ülkücü-faşist hareketin gençlik kollarının örgütü olarak doğan Ülkü Ocakları, ilerleyen süreçte bu niteliğini aşarak faşist terörün vurucu gücüne dönüşecekti. Çünkü bu yapı, bir gençlik örgütü olarak kurulsa da hiçbir zaman kendini gençlik ile sınırlandırmamış ve kısa sürede ülkücü-faşist harekete kan akışını sağlayan bir araç niteliği kazanmıştır.
    1970'e gelindiğinde sayıları 200'ü bulan Ülkü Ocaklarında toplanan gençlere özel bir önem atfedilmiş, seçilenlere parti ileri gelenleri tarafından ideolojik eğitim verilmiş ve uzun bir süre bu çalışma partinin örgütlenme faaliyetinin temelini oluşturmuştur. Yarı askeri bir yapıya sahip olan bu örgütlenme içerisinde yetiştirilen gençler, ellerine silah tutuşturularak üniversitelere, grevlere veya solcuların etkin olduğu semtlere gönderiliyor, devrimci-solcu gençlerin, aydınların, işçilerin üzerine salınıyordu. Faşist MHP'nin temel prensibi, devrimcilerin ve solcuların bulunduğu her alanda varolmak ve onların karşısına dikilmekti. Bu amaçla özellikle taşradan yeni gelmiş köylü çocukları ya da şehrin varoşlarında yaşayan işsiz güçsüz lümpen gençler seçiliyor, kapitalizmin ezerek bir paçavra gibi sistemin dışına attığı bu gençlerin sisteme duydukları öfke komünizm karşıtlığına kanalize edilerek beyinleri en gerici fikirlerle yıkanıyordu. Hitap edilen sınıfsal kitle hesaba katılarak, yabancı karşıtlığı temelinde bina edilmiş bir anti-emperyalizm ve Batı karşıtlığı da dönemin MHP'sinin hâkim söyleminin bir parçasını oluşturuyordu. Bu söyleme göre, liberal kapitalizm ve komünizm aynı kefeye konuyor, ikisinin de Batıdan-dışarıdan geldiği ve Türklük-islamlık kimliğine yabancı olduğu öne çıkarılarak, Türk halkının düşmanı ilan ediliyordu.
    Gittikçe kitleselleşen devrimci-sol hareketin önünü kesmek için faşist terörden başka bir silahı olmayan MHP, yarı-legal silahlı örgütlenmeleri kurmakta da gecikmedi. Ülkü Ocaklarının yanı sıra ilki 1968'de izmir'de olmak üzere 'komando kampları' kurulmaya başlandı. Bu kamplarda teorik eğitim, judo ve komando eğitimi, emekli subaylar tarafından veriliyordu. Bu subaylar da tıpkı MHP'nin ve Ülkü Ocaklarının diğer yöneticileri gibi, ya Türkeş'in 27 Mayıs darbesi sırasında cunta içindeki ekibinden ya da Özel Harp Dairesi'nin görevlendirdiği askerlerden oluşuyordu. Amaç komünistlere, devrimcilere ve solculara karşı her türlü mücadeleyi göze almış vurucu timler yetiştirmekti. Bu faşist eğitim kamplarının sayısı 100'e ulaşmış ve toplam 35 ile yayılmıştı. Bu kamplarda yetişen gençler ilk 'stajlarını' üniversitelerdeki devrimci gençliğe taşlı, sopalı, bıçaklı, zincirli saldırılar düzenleyerek yapmışlardı. Sonraları ise işi ilerletip silahlı suikastlara vardırarak, devrimcilerin toplantılarını basıp, mitinglere saldırmaya başlamışlardı.
    Kuruldukları dönemde bu kamplar, düzen partilerinin bile tepkisini çekmiş, mecliste CHP tarafından soru önergeleri verilmesine neden olmuşlardı. Ancak faşist MHP'nin bu girişimleri kuşkusuz burjuva devletin bilgisi ve ilgisi dâhilinde, hatta kimi zaman el altından kimi zaman açıktan desteğiyle yürüyordu. içişleri Bakanlığının hazırladığı bir raporda, MHP'nin geliştirmeye çalıştığı Nasyonal Sosyalist (Nazi) düzeni inceleniyor, komando kamplarında Hitler Almanya'sının SS örgütlerinin örnek alındığı belirtiliyordu. Ama ne devlet ne de hükümet bu faşist faaliyetleri durdurmak için bir adım atacaktı. Arkasında devlet desteği olanTürkeş, komando kamplarını açıkça savunuyor ve pervasız bir şekilde 'komünistler memleketi sahipsiz sanıp da sokak hâkimiyeti kuramazlar. Onların anlayacağı dilden konuşacak memleketçi, milliyetçi çocuklar vardır. Bunun için gençlerimizi mücadeleci olarak yetiştiriyoruz' diyebiliyordu.
    Böylece 70'li yıllara gelindiğinde ülkücü-faşist hareket, gerek burjuva devletin kontr-gerilla yapılanmasıyla geliştirdiği organik bağlara güvenerek gerekse de legal ve illegal örgütlenmesinin geldiği düzey itibariyle, kendini devrimci yükselişi karşılayacak ve bu yolla iktidara geçecek güçte hissediyordu. Ancak ülkücü-faşist hareketin iktidar yürüyüşü, bu kez de 12 Mart Muhtırası ile kesildi. 'Başbuğ' Türkeş ne düşünürse düşünsün, burjuvazi henüz faşizmi gerekli görmüyordu. Böylece darbeyle birlikte burjuva devletin baskı aygıtları, 'sokağın kontrolünü' de kendi ellerine aldılar ve faşist MHP'ye kenara çekilmesini buyurdular. Burjuvazinin bekçi köpekliğini yapmayı kendilerine görev bellemiş ülkücü-faşist güruhun başı Türkeş, hoşuna gitmese de 'nöbeti şanlı Türk ordusuna devrettiklerini' açıklamak zorunda kaldı. Ancak iş henüz bitmemişti. 12 Mart rejiminin sola ve devrimci harekete yönelik azgın tasfiye ve sindirme harekâtına karşın, toplumsal muhalefetin ve devrimci sınıf hareketinin yükselişi durdurulamadı. Türkeş sonradan 71-73 yılları arasında yönetimi elinde tutan askeri rejimi yeterince otoriter ve kararlı davranmamakla suçlayacaktı. TiP ve Dev-Genç gibi solun kitlesel örgütlerinin kapatılması, yaygın ve acımasız bir devlet terörünün estirilerek toplumsal muhalefetin sindirilmeye çalışılması, çok sayıda dergi, gazete ve yayınevinin kapatılması, devrimci gençliğin önderlerinden Mahir Çayan ve 10 yoldaşının Kızıldere'de, Sinan Cemgil ve Kadir Manga'nın Nurhak'ta, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin inan'ın darağacında katledilmesi, on binlerce insanın gözaltına alınarak işkencelerden geçirilmesi, faşist MHP'ye yetmemişti. isteğine ulaşması için ise 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesini beklemesi gerekecekti.

    özet: yes they are..
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster