2000'de türkiye'den ayrıldım. ayrıldım dediğim, okumaya abd'ye geldim. ama ayrıldım, çünkü biliyordum: hayatımın bundan sonraki kısmının çoğu türkiye olmayan bir yerde geçecekti. biliyordum çünkü istiyordum: hayatımın bundan sonraki kısmının çoğu türkiye olmayan bir yerde geçmeliydi. eğer bu ayrılık değilse, ayrılık nedir? düşününüz.
2000'de türkiye'den ayrıldım ve ayrılırken ayrıldığıma çok mutluydum. gitmeden bir gün önce neşemin sebebini soran olsaydı şöyle derdim: türkiyeli olmayanlarla yaşayacaktım. ıncığını cıncığını bilmediğin bir dünyaya dalacaktım. umuyordum ki çok lüzumlu olmadığı sürece dönmeyecektim. 'tatillerde gelsem yeter' diyordum. öyle de oldu, okul dönemi tatiller dışında lüzumlu olmadığı sürece dönmedim. 13 senenin çoğunu türkiye olmayan bir yerde geçiriyorum.
2000'de türkiyeden ayrıldım ve ayrıldığımda benim gibi ayrılmışlarla tanışıp tanışmayacağımı dahi hesap etmiyordum. filedelfiya'daki ilk akşamımda, south street'de yürürken türkçe konuşan iki adam gördüm. sevinçle yanlarına yaklaşıp merhaba dedim. (sonra bu tip denyoluklar yapmamayı öğrendim ama henüz bir sonram yoktu, en öncedeydim.) şaşaladılar, merhaba dediler. kendimi tanıttım, kendilerini tanıttılar. senelerdir burada oturuyorlardı, bir çiçekçileri vardı. çok mutlu görünüyorlardı. ben ne yapıyordum? okumaya gelmiştim. ben de artık buradaydım. türkiye'ye sık sık gidip gidiyorlar mıydı? bunu sorar sormaz ikisinin de bakışından bir gölge geçti. eğer o gölgenin ilk geçişi olmasaydı, 'hayır' dediklerinde yüzlerine yüzlerine alenen şaşırmazdım. ama şaşırdım. yazları da mı gitmiyorlardı? hiç gitmiyorlardı. ayaküstü biraz daha sohbet ettikten sonra ayrıldık.
çok geçmedi, bir gün birisine, sanırım türkçe konuşan birilerini görür görmez koşup merhaba demişliğimle dalga geçmek için onları anlattım. anlattığım kişi 'adamlar çiçekçiyse kesin gey çifttir' dedi. adamlar efemine durmadıklarından o zamanki bana gey görünmemişlerdi. ama sonra geriye dönük ihtisabını yaptım: geydiler. türkiye dendiğinde yüzlerinden geçen gölgenin ışığı bana yeni ulaşmıştı. onlar türkiye'den ayrılmamışlar; türkiye'yi terk etmişlerdi.
sonra sık sık türkiye'yi, ya da, doğup büyüdüğü ülkeyi terk etmişlerle tanıştım. hepsi mutluydu diyemeyeceğim ama çoğu ya mutluydu, ya mesuttu, ya da bahtiyar. mutsuz olanlar, mutsuz duranlar, mutsuz olduğunu söyleyenlerin hiç birisi, mübalağa etmiyorum, *hiç birisi* geriye dönmeyi düşünmüyordu. mutsuzdular ama pişman değildiler. burayı anlayabilecek misiniz bilemiyorum ama söylüyorum: pişman dahi olamıyorlardı. daha iyi uyumlanacaklarını sandıkları yere de o kadar iyi uyumlanamamışlardı. bazısı doğru ülkeyi seçip seçmediğinden emin değildi. ama hepsi nereye uyumlanamayacaklarını, hangi ülkenin yanlış ülke olduğunu biliyordu.
2000'de türkiye'den ayrıldım ama türkiye'yi asla terk etmedim. terk etmek, terk ettiğini söylemek belki kararlılığını göstermek, belki azmi şahlandırmak için gerekiyordur. belki inanmak istediğin şeyi gerçek kılmak için bildiğin şeyin adı üstüne kasem etmek gerekiyordur. ben şanslıydım, bu gerekliliği hiç bir zaman duymadım. ama o gerekliliğin damgasını yemişleri tanıdım.
onlar için türkiye, ya da, vatan bakışlarından geçen bir karanlık, uykularına sokulan bir evham, kulaklarına çalınan bir vesveseden fazlası olamıyor. onlar, vatanlarından gibtir olup gitmeyi bir tercih değil, hayati bir zorunluluk olarak yaşamış olduklarından, ve gibtir olup gittikten sonra gibtir olmayanlara görünmediklerinden, yok sayılıyorlar. onlar, gibtrolmayan, olamayan, olmayı düşünmeyenlerin gözünde birer hayaller: bazısına gibgib eden bir ergen, bazısına türklüğünü, varoluş gayesini, asli vazifesini unutmuş şerefsiz bir godoş, bazısına ise gelecekteki suretleri olarak görünüyorlar. yani mutlu, mesut ya da bahtiyar olmasalar da gözleri aydın: orada bir yerde sağ salim hayattalar.
*