--
alıntı--
Osmanlı’da hıristiyan nüfusa yönelik ilk ciddi boyutlu katliamlar, 1894 ila 1896 yılları arasında II. Abdülhamid tarafından gerçekleştirilir. Amaç, Doğu Anadolu’daki Ermeni ve Süryani nüfusu budamaktır. Pek çok kaynak, Hamidiye Alayları aracılığıyla gerçekleştirilen bu katliamlardaki ölü sayısını 100.000′in üzerinde verir. Ancak, ittihatçıların 1913 sonrasında yaptıkları, bu katliamları dahi gölgede bırakır. Yıllara yayılan bir Hıristiyan Soykırımının ilk mağdurları Rumlar olur.
Herşey, 1914 ilkbaharında, (yani I. Dünya Savaşı başlamadan önce) Batı Anadolu’daki Rumların göçe zorlanmalarıyla başlar. 1914 yazında yetişkin Rum erkekler (muafiyet bedelini ödedikleri halde) askere alınır ve amele taburlarında çok ağır işlerde çalıştırılırlar. Bu kimselerin çoğu ölür. Erkekler askerdeyken savunmasız kalan Trakya ve Ege bölgesindeki Rum köyleri, (ittihatçı hükümetin yönlendirdiği) çetelerin şiddetli saldırısı altında kalır. Gasplar, cinayetler, tecavüzler bitmek bilmez. Bunları gerçekleştiren çetelerin önemli bir kısmı Rumelilidir ve halbuki kısa bir süre önce Balkanlarda kendileri benzeri çirkinliklere maruz kalmışlardır.
Yaşananlara Avrupa’dan büyük tepki gelir. Ancak Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra, benzeri uygulamalar bu sefer doğrudan devlet eliyle (ve hatta müttefik Almanların da desteğiyle) gerçekleştirilir. Sonu gelmeyen vahşet, tecavüz ve yağma olayları neticesinde yüzbinlerce Rum ölür, yüzbinlerce diğerleri de Anadolu içlerine tehcir edilir. Tehcirin bir adı da kansız kıtaldir. Bu ölüm yürüyüşlerinde çok sayıda Rum, açlık, hastalık ve soğuktan ölür.
Bazı ekonomik hesaplar da yapılmıyor değildir. Konunun bu yönüyle Celal Bayar ilgilenir ve yok edilen Rumların mallarının müslüman nüfusa aktarılması işini yönetir.
Soykırımın Karadeniz ayağı ise, 1916 kışında başlar. Son dalga ise, Yunanların 1919′da izmir’e çıkmalarından sonra gelir. Neticede, izmir’e çıkan da, Giresun’da köyünde oturan da aynı millettendir. Biriyle savaşırken diğerini sağ bırakmak olmaz…
Soykırımdan Sonra
1914 ila 1922 arasındaki sekiz yıllık dönemde takriben 750 bin civarında Rum ölür. Sürgün edilenlerin sayısı ise, hem Türk hem de dünya kaynaklarında 400 ila 500 bin civarında verilir. Bu şekilde, Batı Anadolu, Trakya ve Karadeniz bölgeleri Rumlardan büyük ölçüde “temizlenmiş” olur.
ittihatçı liderler, bu insanlık suçlarından yerel yöneticilerin sorumlu olduklarını iddia ederler. Bir diğer ittihatçı klasiği ise, operasyon sona erdiğinde, mensupları katledilen kimliğe ait eserlerin (Türk olmayanlar sanki Anadolu’da hiç bulunmamışlar gibi yapmak için) tahrip edilmesidir.
Noktaları Birleştirmek
Aslında bütün bunları biliyoruz. Mesela, Topal Osman‘ın Karadeniz bölgesinde mağaralara insanları doldurup yakan gözü dönmüş bir canavar olduğu (Ali Şükrü Bey cinayetinin başka yerlere uzanmaması kaygısıyla da olsa) Kemalist kaynaklarda dahi açıkça belirtilir.
Peki hiç sormak gelmez mi aklımıza: Topal Osman ve çetesinin mağaralarda yaktığı insanlar tam olarak kimlerdir? Onlardan böyle şeyler yapmalarını kim istemiştir? Bu kimseler, nasıl olup da bir şehirden diğerine ellerini kolllarını sallaya sallaya gidip katliamlar yapabilmekte ve bir noktadan sonra birden B.M.M. Başkanı’nın muhafız kıtasına dahil olabilmektedirler?
Aslında böyle tuhaf şeyleri tekil bazda biliyoruz. Ama bu bilgileri anlamlandırmamıza imkan tanıyacak bir çerçeveye sahip olmadığımız için noktaları birleştiremiyoruz. Bu nedenle de, herşeyi iyi ve kötülerin savaşına indirgeyen bir milli masala inanmaktan başka çaremiz kalmıyor.
Bugün itibariyle bizler için herşey, kötü düşmanın bir gün izmir’e çıkması ve ardından iyi Türklerin bir Kurtuluş Savaşı vererek vatanı kurtarmasından ibaret. Kurtuluş Savaşı’nın (aynı zamanda Sakarya Savaşı gazileri olan) Topal Osman çetesi gibi yüzlercesinin gerek cephedeki gerekse “cephe arkası”ndaki faaliyetleriyle verildiğini düşünmek ise, pek bize göre değil. Savaş sonrasında “Türkçe konuş(turul)an müslümanlar” ve “müslüman edilenler“den “Orta Asya’dan gelmiş bir Türk milleti” çıkarıldığını düşünmek de öyle.
Halbuki sorulacak ne çok soru var… Düşman neden başka bir yere değil de izmir’e çıktı? Neden Batı Anadolu’yu işgal etti? Bize karşı neden bu kadar kin doluydu? Düşman dediğimiz insanların ne kadarı evini barkını geri almaya çalışan Osmanlı Rum köylüleriydi? Buna hakları var mıydı? Biz yedi düvele ve onların emperyalist emellerine karşı savaşmamış mıydık? Peki düşmanı “denize döktükten” sonra izmir’de neden günlerce söndürülmeyen bir yangın başladı? Kimlerin evi barkı yanıyordu?
Emperyalist kime denir? Sözlükler bu konuda ne der?
--
alıntı--
serdar kaya, 22 Nisan 2012, taraf