+28
-1
Son zamanlarda havalar fena gitmedi. Emolar hala gitar çalmaya çıkıyorlar dışarı. Bi akşam yine elimde biralar tam eve girecekken bunları gördüm bloğun kenarında. Baktım, bizim Basri elinde imç’den alınmış 40 liralık gibimsonik bir klagib gitar, Nejat Yavaşoğulları hesabı saçma yemiş ördek gibi gaak guuk diye bağırarak bir şeyler çalıyor arkadaşlarına. Ne yapıyorsun lan dedim? Gitar çalıyorum dedi. Çok güzel çalıyorsun Basricim dedim, allah nazardan saklasın. Oturdum bunların yanına, açtım bi bira. Bırak o gitarı ve benim eve çık. içeride bir ablan var. Ona de ki, okçu abim gitarını istiyor. Amfiyi de al. Dönüşte Sadık’a uğra, o da bloğun uzatma kablosunu göndersin dedim Basri’ye, hadi bakayım koçum. Emolardan diğerine dönüp, sen de Basri’yle git. Salak şimdi gitara zarar vermesin , sağlam tutun gibmiyim belanızı diye haykırdım.
10 dakikaya geldiler. Basri gitarı uzattı. Biradan sağlam bir fırt alıp çıkardım çocuğu kılıfından. Abhie dedi, bhu ne böylea? Üsherinde PRS yashior, pırhasa gibhie. Şlap diye patlattım ensesine. Amcık dedim, o PRS dediğin Paul Reed Smith. Amerikan malı, Santana gibi dünyaca ünlü gitaristlerin kullandığı marka. Bi doğan slx parası bu. Bak, amfinin üzerinde de Marshall yazıyor, nalburdan aldım hafta sonu evi boyarım diye amk. Neyse, ufak tefek ayarlamalardan sonra Nirvana’dan Smells Like Teen Spirit’e başladım. Sağlam inlettim ama. Yukarıdan birkaç tane üniversiteli çıktı pencereye. O tipleri hatırlıyordum. Bakırköy’de Carousel alışveriş merkezinin karşısındaki fem dersanesinin penceresinden sarkıp Carousel’in önündeki yavrulara ıslık çalan, ucundan koparttıkları küçük silgi parçalarını onlara fırlatan anadolu çocuklarıydılar sanki ve bundan keyif almış görünüyorlardı. Şarkı bitti. Basri gitarı aldı ve önce gitara sonra bana baktı, aynı Back to the Future filminde, Marty’nin 1940’lar sekansında balo sahnesinde geçen Chuck Berry’nin Johnny b Good şarkısını söyleyip, sonunda metal solosu çalarak gitarı zenci gitariste teslim ederken, o zencinin Marty’ye bakışı gibi. Sonra toparlandım ve eve çıktım. Bu kadar konser yeterliydi.
Madem biradan başladık, o halde biraya devam edelim dedim ama bu sefer yeni keşfettiğim bir caz müzisyeni olan Hediye Güven albümünü açtım. Eğer yanınızda bir hatun varsa ve ikiniz de samimiyseniz caz dinlemek fena gitmiyor. Ama bu sefer bir aksilik vardı. Hatun gelirken kedisini de getirmişti yetim babası okçu’ya. Kedi haylaz bir bin kurusunun tekiydi ve koskoca evde girmediği bir tek zütüm kalmıştı. Neyse, biz hatunla sarmaş dolaş falan derken bu bin gitmiş mutfağın halısına sıçmış. Kıskanmış herhalde hatunu, bilemedim. Nasıl da kokuyor ama. Kuru mamalardan olsa gerek dedi hatun. Valla dedim, kuru mama mı, lahmacun mu, artık her ne gibimse git temizle.
Geceye dair hiçbir şevkim kalmamıştı. Yatak odasına geçtim ve kapıyı kapatıp yatağa uzandım. Kendimi o lanet olası kediden korumam gerekiyordu ve iki sevişicez diye evimi tak zütürmesine razı olamazdım. O geceye dair güzel olan tek şey müziklerdi. Tıpkı Jim Morrison’ın dediği gibi, “sanki her şey kırılmış ve dans ediyordu.”
Tümünü Göster