0
- Ben bu işe girdiğim zaman KPSS falan yoktu. Her kurum ayrı sınav açıyordu. TCDD Altıncı Bölge Müdürlüğü, güvenlik görevlisi alacakmış, dediler. A’bim, şu sınava gir yoksa sen bu hımbıllıkla aç kalırsın, dedi. Girdim. Beş kişi alınacak, bin kişi başvurmuş, birinci oldum. Bininci değil ha birinci… Benden sonraki beş kişiyi aldılar, beni almadılar.
- Nasıl almazlar?
- Almazlar a’biciğim, benim adım Fahri.
- Doğru ya. E, nasıl girdin?
- Önce mücadele ettim. Osmaniye’de oturuyoruz. Haftada bir Mersin’e gidiyordum. Beni işe alın, diyordum. Her gitmeme, bir hafta sonra gel, senin şu kâğıt ekgib, onu da al, diyorlardı. Evrak eksiği bitmiyordu. ilmühaberler, fotoğraflar, sağlık raporu, sabıka kaydı, cart kaydı, curt kaydı… Yol parası da bana kayıyordu tabii. Haftalarca evrak zütürdüm. Sonra bir gidişimde, yine, haftaya gel, dediler. Ne ekgib, ne getireyim, dedim. Bir şey getirme, sen şimdi git, haftaya gel dediler.
- Hayda!
- Adamlara da hak vermek lazım… Var olan bütün evrak türlerinden bir asıl, iki aslına uygun, beş suret getirmişim. istenecek anamın nikâhından başka bir şey kalmamış. Onu da istemeye terbiyesizlikleri yetmemiş olacak. Eve döndüm. Memlekette bir hafta dolandım. Rüşvet versem dedim, para bulamadım. Araya adam soksam… Kimi sokacaksın? Tanıdığım herkes fahri. Hepsi, zamanında, Abdo Dayı’nın tayına bir kez olsun hallenmiştir. Hallenmese de gönlü kaymıştır. Gerçi ne eşekçiler başımıza adam oldu ya benim tanıdığım yoktu. Bir hafta geçti gitti. Elde hiçbir şey yok. Mersin otobüsüne bindim. iyi, dedim, gidip o personel işleri şefini döverim, hiç olmazsa biraz keyfim yerine gelir. Mersin’e vardık. Otobüsten indim. O zaman seçim zamanı… istasyona doğru yürürken (…) Partisi bilmem ne adayı Bilmemkim Bilmemneoğlu’nun seçim bürosunu gördüm. Kafamda bir elektrik çaktı. Lan Fahri, dedim, mücadeleyle olmadı, dayakla da olmaz, gel biz senle bir takla atmaya çalışalım. Tamam mı? Tamam. Adamın adını, soyadını, adresini bir kâğıda yazdım, kâğıdı cebime koydum. istasyona vardım. Sen, personel işleri şefini bir döversin. On dakikaya kalmadı, ambulanslı polisli bir maceradan sonra kendimi nezarette buldum. Tabii polisten iade-i dayağımı da fazlasıyla aldım. Polis, yorulup beni bırakınca, “a’bi, tamam” dedim. “Bir daha Mersin’e adımımı atmam. Ama eve gidecek yol param yok. Şu adreste benim dayım oturur. Nerdedir ben bilmiyorum? Beni oraya zütürün, bir yol parası alayım.” Polis elimden kâğıdı aldı. Güldü. Şimdi bu adam senin dayın mı, dedi. Dayım a’bi, dedim, annemin ağabeyi. Polis, gel gidelim bakalım, dedi. Yalancı çıkarsam da ne yapacağını net olarak anlattı. Bana inanmadı ama her ihtimale karşı ağzımın yüzümün kanını temizledi. Yara bandı falan yapıştırdı. Seçim bürosuna vardık. Kapıdaki resme iyice baktım. Gider yanlış adama sarılırım da ağzıma sıçarlar, diye çok korktum. Neyse ki fazla kalabalık kalmamıştı. “Dayımı” hemen buldum. Aşkla eline atıldım, üç kere öptüm. Dayıcığım nasılsın, dedim, anamın babamın hep selamı var. Bütün köy sana duacı dedim. Göbeği ileri, ensesi geri bir adamdı dayım. Vay yeğenim, otur, dedi. Yeğenime bir çay getirin, dedi.
- Nasıl ya?
Tümünü Göster