0
alıntıdır.
çocukluğum hep kavga ederek geçti. mahallenin tüm çocuklarıyla kavga ederdim. erkek ya da kız olmaları fark etmezdi. tamam itiraf da etmem lazım ki, bu kavgaların büyük bir oranında dayak yerdim. ama olsun! yine de hep kavga ederdim. kanıma dokunan çok şey vardı şu hayatta. hala da aynı.
çocuklar acımasızdı genelde. en azından benim tanıdıklarım. sahip olduklarımız ve sahip olmadıklarımız ile belirlenirdi kimin kiminle arkadaş olacağı. bu nedenle öfkeliydim. tüm çocuklara, tüm çocuklara ve tüm anne babalara ve çocuklarla ilgili ahkam kesen herkese.
az, çok az arkadaşımız vardı. o zamanlar abim de bizimle yaşıyordu ve bizim çok az arkadaşımız vardı. tüm oyunlarda istenmeyen çocuklardık biz. hem fakir, hem babasından sürekli dayak yiyen, hem de kendi yaşıtlarıyla sürekli kavga eden çocuklar olduğumuzdan sebep, hep oyuncu değil, izleyici olduk.
abim'in zeka sorunu vardı. böyle yazınca ne kadar naif geliyor kulağa. evet abim gerizekalıydı ve ben tüm zamanımı onunla geçirmek zorundaydım. sokağa birlikte çıkardık, birlikte oyunlar oynardık. hiç üzülmedim bunun için. hiç öf demedim. hep yanımda olmasını istedim. çünkü biz kardeştik.
abimin gerizekalı olmasından sebep, taa çocukluktan bize öğretilen ve bizim sorgusuz sualsiz kabul ettiğimiz toplumsal kurallar, toplumsal cinsiyet rolleri ile ilgili sorunları vardı. onları anlaması, uygulaması yani işte "normal" olması mümkün değildi ve kimse bu mümkünatsız şey için tölere etmiyordu onu.
yaşımız küçüktü ama hepimiz kız ve erkek çocuğu rollerini ezberlemiştik, çoktan. kızlar şöyle olmalı, erkekler böyle. şunu yaparsan kızsın, bunu yaparsan erkek. hem şunu hem bunu yaparsan erkek gibi kızsın, böyle yapamayıp şöyle yaparsan kız gibi erkek. abim yürürken, herkes gibi yürüyemezdi. yani kontrol edebileceği bir şey olsa eminim ki ederdi ama kontrol edemiyordu. çünkü ne yaptığını, yaptığı yerine ne yapması gerektiğini algılayamıyordu. evet, kırıtarak yürüyordu. yani en azından herkes öyle söylüyordu. "lan çocuğa bak kırıtarak yürüyor" diye başlayan söylemler "muallak'ye bak lan nasıl kırıtıyor"a evrildi zaman içinde. zaten yalnız çocuklardık, gün geçtikçe daha da yalnızlaşıyorduk. gün geçtikçe vebalaşıyorduk sanki.
ben alışmıştım yalnızlığa. çünkü yalnızlık doğduğum günden beri ensemdeydi. babası tarafından sevilmeyen her çocuk yalnızdır ne de olsa. ama abim için çok zordu yalnızlık. o, yaşıtlarıyla birlikte oynamak istiyordu. yaşıtları tarafından sevilmek. kendi annesi babası tarafından sevilmemesinin acısını bastırmak istiyordu. her akşam normal olmadığı için dayak yediği babasının, onda açtığı yaraları sokakta oyun oynayarak sarabilirdi. evet bunu yapabilirdi.
ve bir zaman sonra bu fısıltı, bağırış haline döndü. abimi gördüklerinde bağırıyorlardı. "muallak" "muallak"... abim bilmiyordu muallak kelimesinin anldıbını. ben de bilmiyordum, ama söylenen kelimenin kötü bir anlama geldiğini anlayacak kadar zekiydim ne yazık ki. kavga ettim. evet hepsiyle kavga ettim. bazen 3 kişi ile aynı anda, bazen tek tek kavga ettim. hayır hepsini dövmedim. hayır. hatta hepsinden dayak yedim. yaşım küçüktü, kız çocuğu olarak yetiştirilmiş ve rolümü en iyi şekilde oynayacakmışım gibi kız çocukluğuna adapte edilmiştim. kavga etmeyi bilmiyor sadece iç güdülerimle hareket ediyordum. ve tek dayanağım abime olan sevgimdi.
hayır abim muallak değildi. çünkü abim, kadın erkek ayrımı yapacak kadar zeki değildi. kadınların nasıl yürümeleri gerektiğini öğrenecek, erkeklerin nasıl yürümesi gerektiğini gözlemleyecek farkındalığa sahip değildi ve ömrünün sonuna kadar olamayacaktı.
peki ya muallak olsaydı. ne değişirdi? hiç! velev ki muallak olsaydı, yine de benim abim olacaktı ve ben yine mahallenin tüm oğlan çocuklarından onun için dayak yiyecektim. ve bunu gönüllü yapacaktım.