+2
(alıntıdır)
Hz. Mevlânâ Eserlerini Niçin Türkçe Değil, Farsça Yazmıştır?
1- Hz. Mevlânâ’nın doğduğu Belh şehrinde, Türklerin dahi genelde konuştuğu dil Farsça idi. Dolayısıyla O, eserlerini yabancı bir dilde değil, anadilinde yazmış sayılır.
2- Hz. Mevlânâ Anadolu’ya geldiğinde herkesin konuştuğu ortak dil Türkçe değildi. Bu yüzdendir ki Karamanoğlu Mehmet Bey, zamanında “Bundan sonra Türkçe konuşulsun” diye ferman yayınlanmıştır.
3- iran ve Anadolu Selçuklularında resmî ve edebî dil Farsça idi. Türk entelektüellerinin lisanı Farsça idi. Din dili ise Arapçaydı; tefsirler Arapça yazılır, hadisler Arapça şerh edilirdi. Hz. Mevlânâ’nın Türkçe şiirleri varsa da çok azdır. Eserlerinde Arapça bölümler, bilhassa ayet, hadis metinleri ve bazı Arapça beyitler de çok miktardadır.
Merhum Mesnevihan Şefik Can'ın açıkladığı üzere; 13. yüzyılda, Anadolu Türkçe’si çok zayıftı. Türkçe'ye göre Farsça çok zengin bir dildi. Sadece Hz. Mevlâna değil, o devrin bütün âlimleri ilmi eserleri Arapça, tasavvufî eserleri de Farsça yazıyorlardı. Avrupa’da da âlimler kendi öz dilleri ile değil, Latince yazıyorlardı. Ancak 13. yüzyıldan sonra ilk defa Dante italyanca bir eser yazdı. O dönemin en tanınmış yazarları eserlerini Latince yazmışlardır. Bu hususun daha iyi anlaşılması için, çok açık bir örnek olarak XIII. asrın zayıf Türkçe’siyle edebi bir dil olan Farsça arasındaki farkı Sultan Veled Hazretlerinin şiirlerinde görmek mümkündür. Sultan Veled’in Türkçe şiirleri okunduğunda çok cılız, zayıf, zevksiz bir ifade görülür. Halbuki Farsça yazdığı şiirleri okunduğu zaman, Hz. Mevlâna’nın Divan-ı Kebîr’inde bulunan manevî zevk hissedilir. Yakın tarihte, en büyük örnek ise Tagor olmuştur. Hint şairlerinden Tagor, şiirlerini eğer kendi Bengâl diliyle yazıp neşretseydi, ingilizce dilini kullanmasaydı, bugün Tagor’u kimse tanımaz, şiirleri de dünyada bilinmezdi. Akıllara şu soru gelebilir: “Yunus Emre şiirlerini Türkçe söyledi. Yunus’un şiirleri de Hz. Mevlâna’nın şiirleri gibi ölmeyerek günümüze kadar geldi.” Yunus Emre, Anadolu Türkçe’siyle, Oğuz lehçesiyle yazmıştır. Yunus Emre’nin dili çok temiz ve güzel bir Türkçe; ama zengin değil. Yunus bir dere, bir ırmak gibi çağlayarak akıp gelmiştir günümüze. Hz. Mevlâna ise, bir umman, bir deniz gibi coşmuştur. Eğer Hz. Mevlâna, şiirlerini Türkçe söyleseydi, şiirleri Âşık Paşa’nın veya Sultan Veled’in Türkçe şiirleri gibi çok yavan, çok zevksiz olurdu ve dünyadaki edebi yerini alamazdı. (Şefik Can, “Selçuklu Kültüründe Hz. Mevlana’nın Yeri”, III. Uluslar arası Mevlana Kongresi)
4- Hz. Mevlânâ eserlerini eğer Türkçe yazmak isteseydi, doğup büyüdüğü Harezm bölgesinde konuşulan Hakaniye lehçesiyle (Doğu lehçesiyle) yazacaktı. Anadolu’da konuşulan lehçe ise Oğuz lehçesi (Batı lehçesi) idi. Dolayısıyla halk Doğu lehçesiyle yazılan eserleri yine rahatça anlayamayacaktı.
5- Tasavvuf, çok özel bir sahadır. Kitaptan okunup öğrenilecek, hele de halkın kitaptan okuyarak öğrenebileceği bir saha kesinlikle değildir. Tasavvufi hayatta yşanılan tecrübeler ve tasavvufi eserlerde kullanılan kavramlar sahaya ve kişiye özeldir. Denilebilir ki; Hz. Mevlânâ, Yunus Emre’den farklı olarak, başta Mesnevi’si olmak üzere eserlerini Farsça yazmış ve böylece namahrem, avam ve acemilere karşı bir nevi tedbir almıştır. Eserleri, ancak ehil olanlar tarafından okunup anlaşılsın ve avama aktarılsın diye güvenlik tedbiri almıştır. Çünkü o dönemde Farsçayı bilmek, edebiyattan anlamanın, ilim ve irfana sahip olmanın, böylece avam olmaktan ayırt edilmenin bir vesilesiydi.
6- "Hz. Mevlânâ'nın eserleri niçin Türkçe değil de Farsça?" eleştirisi, bazı yönleriyle "Kur'ân niçin Arapça?" sorusuna benziyor. Söyleyeni ve söyleneni önemseyen, hakikati anlamak isteyenin önünde engel bulunmamaktadır. Kişi Kur'an'daki mesajları Türkçe mealinden, Mesnevi'yi de tercümeslernden okuyabilir. Yeter ki dert edinsin...
Tümünü Göster