0
sabah 07.30’da uçarbirlik harekâtı başladı. iki timimle beraber ilk temas bölgesinin 500 metre kuzeyindeki sırtlara indik. biz indiğimizde timlerin güneyden manevra ile evlere yaklaştığını gördük. biz de sağır cephe tabir edilen, evlerin kapı ve pencerelerinin olmadığı kuzeyden süratle yaklaşarak evlere girdik. hiç kimse yoktu. izleri kontrol ettim, çok kalabalıktı ve önce doğuya, sonra güneydeki dere yatağına doğru gidiyordu. evlerde yaptığımız ilk incelemede bütün evlerin alttan kazılmış tünellerle birbirlerine bağlandığını gördük. pencereler mazgal haline getirilmişti.
evden çıktım. evin önündeki açık karlı alanda öbek öbek askerler, uzman erbaşlar oturuyordu. ilk öbeğe yaklaştım. yüzükoyun yerde yatan ercan’ın başındaydılar. hiç kimse dokunmamıştı. sadece sessizce ağlıyorlardı. kollarından tutup kenara çektim. kurşun kafasının arkasından girmişti. küçücük bir delik. ercan’ı çevirdim. kar üzerinde kaskatı olmuştu. sol gözünün yerinde kocaman bir delik vardı. sağ gözünü kapattım, alnına bir öpücük kondurdum, ‘helâl et hakkını’ dedim, cevap vermedi. silâhını ve telsizini aldım, ceplerini aradım, hücum yeleğini çıkardım, üzerini panço ile örtüp içimden türkümü söyleyerek diğer öbeğe doğru yürüdüm. ‘’iki damla yaş süzüldü, gözlerinin pınarına, pınarına.’’
ercan’ın 20 metre sağında asım yatıyordu. o da yüzüstü düşmüştü toprağa, ama toprağa değememişti. karlar üzerindeydi, ama kar beyaz değildi. asım çok yerinden vurulmuştu, çok kanı akmıştı. başında ağlayan arkadaşlarını kaldırdım, onu da alnından öperek, onun da cevap vermeyeceğini bilerek gözlerini kapatıp helâlleştim. silâhını ve hücum yeleğini aldım, özel eşyalarını bir torbaya koydum, ercan’ın yanına taşıttırdım, komutanının yanına yatırdım.
biraz daha sağa gittim. fazla yürümeme gerek yoktu. nereye adım atsan bir şehit yatıyordu daracık alandaki karların üzerinde. ve başında ağlayan bir grup asker, astsubay, uzman erbaş. yorulmuyordum o yüzden. bu defaki mustafa. mustafa güney. hey mustafa hey! ağacın kökünü kendine siper edip ateş ederken makinelisiyle, vurulduğunu görünce arkadaşlarının, dayanamayıp ayağa kalkan, koluna doladığı şeritler bitince vurulan, vurulup yere düşen, yere düşer düşmez şehit düşen mustafa. kapattım gözlerini, öptüm alnından, helâlleştim. ‘‘öptüm, sevdim, helâlleştim, yanıyorum, yanıyorum, yanıyorum heleee.’’ garip lan. oyun havalarımız bile hüzünlü bizim. acem şalı değil mustafa’nın üstüne örttüğümüz, kanlı panço. mustafa’yı da asım’ın yanına yatırdık.
abdullah’da, ercan’ın on metre gerisinde yüzükoyun kar üzerinde yatıyordu. vücudunun kara değdiği noktalarda hiç kan izi yoktu. ama yüzünün değdiği noktanın etrafı kan gölü gibiydi. yavaşça çevirdim. yüzü parçalanmıştı. yüzünden vurulmuştu. ‘’vurulup alnından tertemiz uzanmış yatıyor.’’ keşke yazmasaydın böyle be akif. abdullah alnından değil, yüzünden vurulmuştu, ama yine de tertemizdi. önce onun gözlerini, sonra kendi gözlerimi kapadım. bir perçem saçı alnına doğru inip donmuştu. ‘‘zülüf dökülmüş yüze amman, kaşlar yakışmış göze amman. dırınım dırınınım.’’ neşet, git başımdan. silâhını, hücum yeleğini, sırt çantasını, özel eşyalarını aldık. öptük, helâlleştik. son bir işimiz kalmıştı, onu da diğer arkadaşlarının yanına yatırdık.
dedim ya, hiç yorulmuyordum, her on metrede bir şehit yatıyordu, abdullah’ın 10 metre gerisinde de gökçen yatıyordu. er gökçen. ilk ateş esnasında vuruldu gökçen göğsünden. yere düştü ama pes etmedi. kar üzerinde sürünerek gerideki dere yatağına doğru gitmeye çalıştı. ama mermiler onu bu sefer sırtından vurdu. gidebildiği noktada kaldı, orada şehit oldu. artık otomatikleşti hareketlerim. yıllarca abdest alırsın da nasıl sırayı şaşırmazsan, sanki onun gibi. önce ağlayanları kaldır şehidin etrafından. sonra şehidi çevir. biraz bak. silâhını al. hücum yeleğini çıkar. sırt çantasını bul. özel eşyalarını kontrol et. gözlerini kapat. alnından öp. helâlleş. sonra bir türkü söyle içinden. ‘’bir kazma al, bir kürek amman, amman, mezarımı kaz gayrı. dırınım dırınınım.’’ ve arkadaşlarının yanına zütür. yanlarına yatır. üzerini ört. işte bitti. hiç zor değil. herkes yapabilir.
bülent gerideydi. tepenin arkasına çekmişti geceden osman onu. onun yanına gitmek için tepeyi tırmandım. çok da yüksek değildi zaten. osman tepedeki ağacın dibinde, suyun içindeydi. silâhını bacaklarının arasına almıştı. öylece oturmuş sigara içiyordu. ağladığının farkında mıydı bilmiyorum. kaç saattir ağlıyordu bilmiyordum. o bana baktı, ben ona. o bana bir şey demedi, ben de ona. onun gözleri kan çanağından beterdi, benim gözlerimden damla düşmedi daha.
bülent’i buldum. diğer işleri daha önce yapmışlardı. sadece üzerindeki pançoyu çektim. gözleri kapalıydı, neresinden vurulmuş diye baktım. görebildiğim kadarıyla sırtında üç mermi vardı, eşinin ve çocuğunun adını hatırlamaya çalıştım, … hanım idi eşi, çocuğu hatırlayamadım, o günlerde merkezde olmadıkları için sevindim, ankara’da idiler sanırım. emir verdim, bülent’i de diğer şehitlerin yanına taşıttım. onu taşırken ‘’ne kadar çok ‘turna’lı türkü var ’’diye düşündüm. ‘’telli turnam haber zütür sevdiğimin diyarına, üzülmesin ağlamasın belki gelirim yanına.’’ hiç turna görmedim ben neyzen, sen gördün mü, güzel mi?
işim bitti. şimdi helikopteri çağırabilirim. korkuyordum giderken, hiç de zor değilmiş bu iş. yarım saat ya sürdü, ya sürmedi. terlemedim bile. hiç yorulmadım. hiç ağlamadım. yan yana yatırdık bütün şehitlerimizi. gece boyunca, sabaha kadar, kar üstünde kimi yüzükoyun, kimi sırtüstü, kimi de yan gelip yatmıştı. askerlik yan gelip yatma yeri mi neyzen, uygun olmaz, o yüzden ben yan yana yatırdım şehit dağ aslanlarını. sence de uygun değil mi neyzen, değilse söyle, söylemezsen hatrım kalır, bir dahaki sefere hiç yatırmayız, ayağa dikeriz hepsini.
komutanın yanına gittim. bir sebze kasasının iki parçası yanıyordu önünde. ısınıyor muydu bilmem. onlar da senin benim gibi insanmış neyzen. o gün öğrendim. normal insan nasıl bitiyorsa o da bitmişti. ‘’şehitlerimizi gönderdim komutanım’’ dedim. ‘’syby, tükendik biz.’’ dedi. ağlıyordu. ben ağlamadım. yorum da yapmadım. başka hiçbir şey demedim. anlatmıştım sana daha önce neyzen, çok duydum ben bu lâfı. külliyen yalan. tükenmiyor mehmetçik vurula vurula. daha vurulacak çok mehmetçik var. tükenecek olsa, sabır tükenirdi. anadolu sağolsun, mehmetçik tükenmiyor.
Tümünü Göster