1. 1.
    0
    Rana lüks bir cafenin tuvaletinde aynada kendine
    bakıyordu. Bembeyaz bir suratı vardı. Arkadaşları ona 'hayalet' lakabını takmıştı bu yüzden.
    Çantasından çıkardığı fonda tenle yüzünün son
    halini verdi. Siyah mini bir elbise giymişti. Küt siyah
    saçlarıyla bir vampiri andırıyordu. Parmak ucunu
    kurumuş dudağında gezdirdi. Dolgun dudağının
    kıvrımlarını hissedebiliyordu. Çantasını ve paltosunu astığı yerden aldı. Aynada kendine son
    bir kez daha baktıktan sonra arkadaşlarının yanına
    gitti. Masada üç kişi gülerek bir anıyı paylaşıyorlardı. Biraz sesli gülerek dikkat çeken sarışın kızın ismi
    Esma'ydı. Özel bir okulda ingilizce öğretmeniydi.
    Beyaz tişört üstüne yeşil bir ceket giymişti. Altında
    ise jeans vardı. Boynunda ise güzel bir fular
    vardı. “Burberry'dir kesin” diye düşündü Rana.
    Masaya yaklaşınca kumral saçlı yakışıklı genç, “Prensesim de gelmiş” diyerek ayağa kalktı.
    Rana yanak yanağa öpüşmek için kafasını uzatmıştı
    ki yakışıklı, Rana'nın dolgun dudağını yakaladı ve
    ateşli bir şekilde öptü. Dudaklarını birbirinden
    ayrılınca göz göze geldiler. Oğlan ateşli gözlerle
    Rana'ya bakıyordu. Rana nefessiz kalmıştı. “Gerçekten inanılmaz biri” diye düşündü
    Rana. Onu etkileyen ateşli genci ismi Fatih'ti. Tıp
    fakültesinden daha yeni mezun olmuştu. TUS'ta
    inanılmaz bir başarı gösterip, istanbul'un en iyi
    yerinde uzmanlık eğitimi alıyordu. Önü açık, zengin
    ve yakışıklı biriydi. Rana için bir hediye gibiydi. Sonra Fatih, Rana'nın çantasını ve paltosunu alarak
    Rana'ya rahatça oturması için fırsat verdi. Rana ise
    teşekkür edip oturdu. “Selam Rana” dedi Esma'nın
    yanında oturan gözlüklü genç. Onun da ismi
    Oğuzhan'dı. Esma'nın nişanlısıydı. O da doktordu.
    Daha TUS'u iyi bir skorla geçememişti ama özel bir hastanenin acil servisinde çalışıyordu. Fatih ile aynı
    tıp fakültesinden mezundu. “Selam” diye cevap
    verdi Rana. “Selam Esma. Fuların çok güzel” dedi
    heyecanla. “Selam canım. Çok teşekkür ederim”
    dedi sevinerek Esma. “Ne kadar doğal biri” diye
    düşündü Rana onun cana yakın gülüşünü görünce. “Kız milleti. Hatrını sormadan kıyafetlere
    saçlara övgü yapıyorlar” dedi Oğzuhan. Fatih de
    gülerek onayladı. Kızlar ise yan yana baktı. Sonra
    kahve siparişi vererek harıl harıl konuşmaya
    başladılar. Rana sıcak mochasını yudumlarken cafenin dışına
    baktı. Kar yağıyordu. insanlar hızlı adımlarla
    yürüyordu. Kimileri ise kar oynuyor ya da fotoğraf
    çektiriyorlardı. istanbul gibi bir kent pek aşina
    değildi kara. içini bir hüzün kapladı. Ağlamak
    istiyordu nedense. “Öyle değil mi Rana?” diye sordu Fatih, Rana'nın dikkatini çekmek
    için. “Efendim?” dedi muhabbetten kopan
    kızcağız. “Şu bana bahsettiğin ormandaki kulübeyi
    anlatıyordum. Hani hayaletli olan. ” dedi Fatih. Rana
    olayı kaparak hızla anlatmaya başladı. “Evet.
    Hayaletli olduğunu söylüyorlar. Eskiden orada bir oduncu yaşarmış. Köy halkını pek sevmezmiş.
    Kestiği odunları satması için karısı yollarmış. Her
    yolladığında ise ondan geri geleceğine dair söz
    istermiş. Karısı da söz verirmiş ama bir vakit geri
    dönmemiş. Oduncu çok endişelenmiş. Köye
    istemeye istemeye gitmiş. Karısını köy meydanında bir adamla kırışırken görmüş. Sinirlenerek
    kulübesine dönmüş. Karısının kendisi aldattığını
    düşünerek intihat edecekmiş gibi kapı çalmış sonra.
    Adam kapıyı açtığında karısını görmüş. Kadın
    gülüyormuş. Oduncu bu gülüşe o kadar iğrenmiş ki
    baltasını kaptığı gibi karısını öldürmüş orada. Sonra intihar etmiş. Köy halkı oduncunun karısının uzun
    süredir gelmediği fark edip edişelenmişler.
    Kulübeye gittiklerinde çürümüş cesetleri görmüşler.
    Köy halkına göre cesetler zamanında kaldırılmadığı
    için hayaletleri kulübeye yuva yapmış. işte o
    kulübede şimdiler paranormal aktiviteler söz konusuymuş. Pencerelerden birden kapanıyormuş.
    Tık tık sesleri geliyormuş” diye hikayeyi tamamladı
    Rana. “Turist çekmek için iyi numara” diye güldü
    Oğuzhan. Fatih ise “Ya gerçekse?” diye sohbeti
    kızıştırıyordu. Rana tepkisizdi. Esma ise korkmuşa
    benziyordu. “Hayalet değil de cin olabilir. Cinler
    genelde kuytu yerlerde yaşar” dedi tüm
    ciddiyetiyle. Oğuzhan ile Fatih kahkahayı patlattı. Rana ise gerilmişti. “Bebeğim benim inanıyor
    musun hala öyle şeylere” dedi Oğuzhan. Tıp
    mezunu bu iki kişi ateist idi. Başta tanrı olmak üzere
    birçok şeyin varlığı kesinlikle ret ederdi. Cin de
    onlardan biriydi. “Öyle deme Oğuzhan. Birçok
    hikaye var böyle. Annanem mesela cinler tarafından kaçırılmaya çalışılmış. Kadıncağız her
    anlattığında gözleri yaş” gelir dedi Esma. “Eskiden
    eğlence araçları kısıtlı olduğu için insanlar böyle
    eğleniyordu” dedi Fatih. Oğuzhan da onları
    onayladı. “Sen ne düşünüyorsun Rana? Sen de
    inanıyor musun?” diye sordu. Rana hemen cevap vermedi. Düşündü. Sonra da “inanıyorum ben
    cinlerin varlığına ama o kulübeye dair hiçbir şeye
    inanmıyorum” dedi. Fatih ise yaramaz bir çocuğu
    taklit eder gibi, “Beraber kaldığımıza göre neden
    bu hafta sonu o kulübeyi ziyaret etmiyoruz?” diye
    teklif attı ortaya. Bu teklif Oğuzhan'ı heyecanlandırmıştı. “Evet, evet! Hem size kanıtlamış
    oluruz paranormal aktivitelerin olmadığı. Rüzgar ve
    ağaçtan düşen şeylerin nasıl yanlış yorumladığı
    hakkında video blog bile yaparız orada” dedi. Esma
    kafasını sallıyordu. “Bilemiyorum. Ben korkarım
    öyle yerlerden ” dedi. Oğuzhan ile Fatih, Esma'nın korkusunu görünce heyecanlanarak
    gülüyorlardı. “Rana gitmek ister misin oraya?”
    dedi. “Benim için farketmez” diye cevap verdi Rana.
    Biraz tartıştıktan sonra gitmeye karar verdiler. Cuma akşamı Fatih ile Oğuzhan kiraladıkları cip ile
    Rana'nın evinin önüne gelmişlerdi. Rana çoktan
    hazırdı. Dağ çantasını sırtına alarak zar zor cipin
    yanına geldi. Bagaja koyduktan sonra çantasını
    arka koltukta yerini aldı. Esma ile yanyana
    oturuyorlardı. Arabayı Fatih kullanıyordu. Oğuzhan da öndeydi. Selamlaştıktan sonra kulübeye gitmek
    için yola koyuldular. Muhabbet ederek dikkatli
    dikkatli gidiyorlardı çünkü hala kar
    yağıyordu. “Cidden hastanedeki hayatlarınız çok
    sıkıcı olmalı böyle eğlencelere deli para
    harcadığınızı düşünce” dedi Esma. Rana hak verdi. Böyle insanları anlamıyordu. Ancak Esma'yı
    destekleyen hiçbir hareket yapmadı. “Yapma Esma!
    Söz yaz gelir gelmez Bodrum'a gideceğiz” dedi.
    Sarışın kızımız ise ses çıkarmadı. Yol yormuş olacak
    ki uzun süre kimse konuşmadı. Nihayet köye
    gelmişlerdi. Köy meydanında kimse yoktu. Bu soğuğu düşününce çok doğaldı. Ne yapacaklarını
    şaşırmışlardı. Allah bilir kulübe köyün
    neresindeydi. “Şurada bir kahvehane olacaktı.
    Oraya soralım” dedi Rana. Herkes şaşırmıştı. “Sen
    daha önceden buraya geldin mi?” diye sordu Esma.
    Rana ise heyecanlanarak, “Burası bizim köy” dedi. “Cafedeyken bahsetmedin” dedi
    Oğuzhan. “Bahsetme gereği duymamıştık çünkü
    kulübe hikayesini bildiğine göre anlarsınız diye
    düşündük” dedi Fatih. “Kulübenin yerini bilirsin o
    zaman?” diye sordu Esma. “Küçükken bilirdim ama
    uzun zaman oldu. Karda kışta kaybolmayalım benim ekgib bilgilerim” dedi. Herkes hak vermişti.
    Bu havada kaybolmak ölüm demekti
    neredeyse. “Hayatım nerede o bahsettiğin yer?”
    diye sordu. Rana tarif etti. Kahvehanede ışık
    yanıyordu. “Ben sorayım” dedi Fatih. Rana itiraz
    eder gibi, “Köy halkı muhafazakardır. Tek başına geldiğini söyle. Gazeteci falan olduğunu söyle.
    Böyle iki kız iki erkek olduklarımızı görünce
    sinirlenebilirler.” dedi. “Örümcek kafalılar demek
    ki” dedi Oğuzhan. Rana onu görmemezlikten
    gelerek Fatih'e baktı. “Tamamdır” deyip
    kahvehaneye doğru yöneldi Fatih. Beş dakika sonra geldiler. “Tarifi aldım. Hadi gidelim” dedi
    Fatih. On beş dakika sonra nihayet gelmişlerdi. Cipin
    farları kulübeyi aydınlatıyordu. Tamamen odun
    yapılmıştı. Sadece iki penceresi vardı. Ne çok büyük
    ne de çok küçüktü. Ormanın tam ortasındaydı.
    Erkekler heyecanlanmıştı. Esma ise “Şaka olmalı” diyerek şikayet etmeye başladı. Kulübenin içine kar
    pek uğramamıştı. Tertemiz duruyordu. Eşyaları hızla
    içeri taşıdılar.
    ···
   tümünü göster