/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 401.
    0
    Rez oruspu cocuvu
    ···
  2. 402.
    0
    Bitir ama artık
    ···
  3. 403.
    +18
    Dalgınlığım bana ve arkadaşlarıma pahalıya patlayacaktı. Kurtuluşumuz hemen gözümün önündeydi ama ben ellerimin arasından kayıp gitmesine izin vermiştim.

    Nasıl bu kadar aptal olabildim. Bazen yaşadıklarımın hepsinin bir ceza olduğunu düşüyordum. Nasıl hak ettim bilmiyorum ama bu Allahın bana verdiği bir ceza olmalı. Doğa bile bana karşıydı azrail'im ile aramdaki duvarı yağmur kırmıştı.

    Ne yapacağımı bilmez halde odada bir o yana bir bu yana gidip geliyordum. " Azrail yokuşu!" Birden aklımda beliren bu fikri sesli olarak dışa vurduğumda Hafsa burnumun ucunda belirdi. " Yapma! Bedeli ağır olur, ondan kurtulmak için bu kadar uğraştıktan sonra inine kendi ayaklarınla mı gideceksin!"

    Haklıydı ama başka bir seçeneğim yoktu. Elimizdeki bütün kozları zaten kullanmıştık. " Eğer bir şeyler yapmazssam bütün arkadaşlarım aynı kadere mahkum olucak!" " Ateşe körükle gidiyorsun, eğer durmazssan çıkan yangın hepimizi yutacak!"

    " Biz çoktan o yangının içine atlamadıkmı! En azından arkadaşlarım için denemeliyim!" " Ben seni korumak için yanındayım! Sen ise ölüme gidişini izlememi istiyorsun!" " Eğer bana yardım edersen ölmem!"

    Hafsanın neden şiddetle karşı çıktığını anlayabiliyordum her zaman yaptığı gibi beni korumak için uğraşıyordu. Kaçırdığı nokta ise beni o şerlilerden korusa bile vicdanımla olan savaşımda hiç bir fayda sağlayamazdı.

    Yaşanan bunca şeyden sonra Kâbir'in elimizden kurtulmasına izin vermiştim. Bundan sonra başlarına gelecek olan her şeyden ben sorumluydum.

    " Gerekli hazırlıkları yapıp oraya gideceğim! Tartışmak boşuna zaman kaybı!"
    geri adım atmayacağımı anladığı için daha fazla konuşmaya gerek görmemişti. " Ben gidip abdest alacağım, sende kefeni ve toprağı bul!"

    Oraya gitmek için şeytan kefeni denilen yöntemi kullanmam gerekiyordu. Bu yöntem için de ölümünden yedi gün geçmemiş bir büyücü veya musallata uğramış bir insanın kefeni ve ölü toprağı gerekiyordu.

    • **
    Bütün hazırlıkları tamamladığımızda Ormanın iç kısımlarına gidip çok derin olmayan bir çukur kazmıştım. Bu işi de hallettikten sonra kefeni elime aldım. Yapmak üzere olduğum şeyin tehlikesinin farkındaydım. Azrail yokuşu ilminde ustalaşmış hüddamlar için bile sakıncalıydı.
    Bir hüddam olmadığım için geri dönememe ihtimalim vardı.

    içimden bir ses yapmamam için haykırıyor da olsa onu dinleyemezdim. Başaramasam bile en azından denemeliydim. elimden geldiğince hızlı bir şekilde kefeni yere serip üstüne uzandım. Kefenden yayılan ölüm kokusunu umursamadan Hafsaya kapatmasını işaret ettim.

    Hafsa istemeyerek te olsa dediğimi yaptı Üzerimi tamamen kapattıktan sonra tek görebildiğim beyaz kefenin içine kadar işleyen ayın soluk ışığıydı. Ölü toprağını üstüme dökmeye başladı. Toprağın miktarı fazla olmasada ağırlığı tonlara bedel gibiydi.
    Vücudumun her yerinde bu baskıyı hissedebiliyordum.

    Nefes almak giderek zorlaşırken gözlerimde bir yanma hissediyordum. Ciğerlerimdeki bütün hava çekiliyor gibiydi bedenen hiç bir tepki veremesemde içimde resmen fırtınalar kopuyordu.

    Gözlerim yukarıya doğru kaymaya başlamıştı artık hiç bir şey göremiyordum. Aşırı düzeyde bir korku yaşıyordum bir panik atak gibiydi.

    • **
    Gözlerimi açtığımda sert rüzgarlar esen, grinin ağırlıkta olduğu puslu bir mekandaydım. Gökyüzü bulutlarla kaplıydı fırtına havasına benziyordu, güneş neredeyse hiç görünmüyordu. Her yerde uzun kurumuş otlar ve kasvetli ormanlar vardı.

    Korkak adımlarla ilerlemeye devam ettim bir süre sonra etrafta yankılanan tuhaf bir uğultu duymaya başladım. Kaynağını göremediğim bu ses kulaklarımı tırmalıyordu, aldırmamaya çalışarak ilerlemeye devam ettim.

    Etrafında hiç ot bulunmayan kurak bir alana ulaştım. Toprak susuzluktan çatlamıştı ve yürümek gerçekten zordu. Kuru toprağa bata çıka ilerlemeye devam ederken gezinen irili ufaklı bir çok cin gördüm. Hepsinin gözleri benim üstümdeydi.

    Herhangi bir saldırıda bulunmuyorlardı ama yanımdan geçip giderlerken sanki en ufak bir boşluk versem üstüme üşüşeceklermiş gibiydi. Onlarla göz teması kurmadan başımı önüme eğip yürümeye devam ettim. Nereye gittiğimi ve Kâbiri nasıl bulacağımı bilmiyordum ama içimden bir ses onun beni çoktan bulduğunu söylüyordu!
    Tümünü Göster
    ···
  4. 404.
    +13
    Esen sert ve soğuk rüzgarlar ruhumun derinliklerine kadar işliyordu. içimde ki korkuyu bir türlü kenara atamıyordum. Gerçi korkunun ecele faydası yok, buraya gelmek ile çoktan ecelin kollarına atlamıştım.

    Bir terslik olması durumunda Hafsa beni uyandıracaktı ama bu beni rahatlatmaya yetmiyordu. Bilmediğim bir alemde ruhların ve ifritlerin arasında geziyordum. Burada her şey çok daha farklıydı o şeyler burada cisimleşmiş halde bulunuyorlardı.

    Hepsinin de gözleri üzerimdeydi. Elimden geldiğince onları görmezden gelmeye çalışarak ilerlemeye devam ediyordum. En nihayetinde çorak bölgenin sonu ve ardından yükselen büyük kasvetli orman gözlerimin önündeydi.

    Nasıl bildiğim hakkında hiç bir fikrim yoktu ama Kâbiri orada bulacağımı biliyordum. Ormana yaklaştıkça bir şekilde beni çağırıyor gibiydi, ruhumun derinlerinde bir yerde onun çağırısını net olarak duyabiliyordum.

    Her bir adımımda bedenimi saran ölüm soğukluğu o kadar tanıdıktı ki beni rahatsız etmiyordu bile. Son bir ay içerisinde o birden çok kez ölümden dönmüştüm, artık bana nefesim den daha yakın geliyordu.

    Ormana girmek üzereyken bir an duraksadım. Beni korkutan şey o şerlinin ta kendisiydi. Ölüm sorun olmasa bile benim ölümüm arkadaşlarımı kurtarırmıydı, kan kokusunu almış olan bu sırtlanlar avdan dönermiydi.

    Şimdi deneyip görme vaktiydi. Ciğerlerimi yakan bu pis havayı derince soluduktan sonra bir an bile arkama bakmadan ormana daldım. Çünkü eğer tereddüte yenik düşersem yapamayacağımı biliyordum. Bu orman bana yabancı gelmiyordu etraftaki tuhaf sesler, izleniyormuş hissi hepsi çok tanıdıktı!

    Gökyüzünden gelen yıldırım benzeri bir ses ile kafamı yukarıya kaldırdım. Bulutların akışı hızlanmıştı ve gökyüzü renk değiştiriyordu. Puslu gri hava yerini ateş kızılına bırakırken hemen önümde büyük bir ateş belirdi!

    Korku ile sendeleyip geriye doğru düştüğümde kafamın içindeki bütün parçalar yerine oturmuştu. Olayların başlangıcında rüyamda gördüğüm orman burasıydı.

    Rüyamda yaptığı işkenceleri hatırladığımda karnım acı ile kasıldı o izler varlıklarını hatırlatmak istercesine canımı yakıyorlardı. Yaşananların hepsi kegib sahneler halinde gözümde canlanıyordu. Tıpkı bir dejavu gibiydi o anları tekrar tekrar yaşıyordum.

    Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki olanlara hiç bir anlam yükleyemiyordum. Ateşin etrafında dönen gölgeler benim sürüklenerek ateşe çekilmem ve Kâbirin gözlerindeki saf öfke hepsi çok gerçekti. Artık çığlıklar atmaya başlamıştım gerçekte yaşanan bir şey olmamasına rağmen zihnimin içinde bitmek bilmeyen bir döngüye yakalanmıştım!

    " Dur artık!" Boğazımı delip geçen çığlığım boş ormanda yankılanırken bütün görüntüler başladığı gibi aniden son buldu.
    Düzenlemeye çalıştığım nefesim giderek daralırken karşımda onu gördüm hastalıklı bir neşe ile parlayan gözlerini bana dikmişti.

    " Durmak? Daha yeni başlıyorum! Beni oyuna getirdin, şimdiyse sıra bende!"
    Tümünü Göster
    ···
  5. 405.
    +12
    Kâbir beni ateşe doğru sürüklerken kabilesindeki diğer ifritler ateşin etrafında birer birer belirmeye başlamışlardı. Her şey rüyalarımdaki gibiydi tek fark şu an yaşadıklarım kâbustan ibaret değildi!

    Her şey çok netti acıyı hissedebiliyordum durabilmek umudu ile tutunmaya çalıştığım toprak ellerimin arasından kayıp gidiyordu. Bu kuytu ormanı inleten davul sesleri kulağımı doldururken ateşin hemen yanında durdu.

    Bulunduğumuz durum onlar için bir tür kutlama gibiydi. Etrafımda dönmeye başlayan şeyler gölge değillerdi hepsinin fiziksel özelliklerini net bir şekilde görebiliyordum. Asimetrik yüzleri siyah diş etleri ve kahverengiye yakın dişleri vardı. Hepsi bana lanetler yağdırıp yüzüme tükürüyorlardı.

    Kâbir başımda dikilip olanları büyük bir keyif ile izliyordu. Aslında bu duyguyu biliyordum, Onur'u yakaladığımda bende onun gibiydim, beni yendiğini düşündüğü için üstünlüğünü vurguluyordu. Bu cinniler ile konuşmam mümkün olmayacaktı anlaşılan. Acele edip bir çıkış yolu bulmam gerekiyordu yoksa o rüya gerçeğe dönüşecek ve canlı canlı yakılacaktım!
    Bütün sesler bir anda kesildi hepsi birer heykel gibi donup kaldılar. Hareket eden tek kişi Kâbir di tıpkı rüyamdaki gibi elinde asası ile yavaşça bana doğru geliyordu.

    Baş ucumda durduğunda asasını kaldırıp büyük bir hız ile göğsüme indirdi. Sivri uçlu odun parçasının vücuduma saplanışını hissettiğimde nefesim kesilmişti. işkence ederken hiç acele etmiyordu. Elde ettiği zaferin tadını çıkarırcasına yavaş ve güçlü bir şekilde asasını daha derine itiyordu.

    Acıdan kasılan vücudum işleri daha da zorlaştırıyordu, hareket kabiliyetimi tamamen kaybetmiştim. Bana asırlar gibi gelen sürenin ardından asayı hızla çekip çıkardı, canım tarifi olamayacak kadar acısada sonunda tekrar nefes alabiliyor olmak bir nebze beni rahatlatmıştı.

    Açtığı yaranın acısı beynimi ele geçirmişti düzgün düşünemiyordum. Zihnimdeki tek şey katlanılmaz acıydı, refleks olarak elimi yaranın üstüne tuttuğumda bir şey fark ettim. Yara derin olmasına rağmen kanamıyordu! Zihnimde resmen şimşekler çakmıştı nasıl olur da bu detayı atlardım, ben bedenen burada değildim!

    Sanırım kurtuluş yolumu bulmuştum. Ruhum burada olsa da maddi bedenim bu alemde değildi ancak hâlâ ona bağlıydım. Eğer bedenim uyanırsa ruhum geri çekilecektir, tıpkı rüyadan uyanmak gibi. Bir şekilde Hafsaya sorun olduğunu belli edebilirsem beni uyandıracaktır ama bunu nasıl yapabilirdim.

    Ben çözüm yolu ararken bedenim inanılmaz bir acı ile tekrar kasıldı. Zar zor aralayabildiğim gözlerim bu ızdırabın kaynağını saptamıştı. Kâbir elinde tuttuğu ucu köz halini almış asası ile bana vuruyordu. insanın canını en çok yakan şeyin ateş olduğunu söyleyenler kesinlikle haklıydı. Hayatım boyunca böylesine keskin bir acı hissetmemiştim.

    Bütün gücüm ile haykırırken gözlerimin önündeki görüntü kıssa bir anlığına değişti. Uzaklardan gelen cılız bir kadın sesi duydum. Sonrasında ise tekrar bulunduğum mekâna döndüm. Kâbir bana tekrar vurduğunda bu sefer görüntü daha netti kıssa bir anlığına görmüş olsam da burayı tanımıştım ve beni izleyen kehribar rengi gözleri görmüştüm.

    Orası Mustafa hocanın evinin yakınında bulunan ormandı ve Hafsa beni uyandırmaya çalışıyordu. Hissettiğim acı azalmaya başladığında tekrar Berzah aleminde bulmuştum kendimi. Sanırım olanları anladım!

    " Bütün yapabildiğin bu mu savurduğun onca tehditten sonra, öfkenin şiddeti bu kadarmı!" Zar zor çıkan sesim ile olabildiğince güçlü durmaya çalışıyordum. Eğer planım işe yararsa Kâbir beni buradan kendi elleri ile çıkartacaktı fakat bir terslik olması durumunda çekeceğim azabı misli ile katlamış olacaktım.

    Ruhum bedenime bağlı olduğundan buradayken çektiğim acı fiziksel bedenimi de etkiliyor olmalıydı. Acının dozunun artmasını sağlarsam bu bedenimin kasılmasına ve şok etkisi ile uyanmama olanak sağlamalıydı. Şu an tehlikeli bir kumar oynuyordum ancak başka seçeneğim yoktu.

    Kelimelerim amacına ulaşmıştı, Kâbir resmen öfkeden kuduruyordu elindeki asayı ateşe tututp sönmeye başlamış olan közü kor alev haline gelinceye kadar ısıttı. " Sana öyle işkenceler edeceğim ki cehennemi mum ile arayacaksın!"

    Kor halindeki asasını alıp var gücü ile kalbimin üstüne bastırmaya başladı. Çığlıklarım o kadar yüksekti ki kendi kulaklarım bile acımaya başlamıştı. Göğüsme bastırdığı asa vücudumun üstünde hâlâ yanmaya devam ederken görüşüm buğulanmaya başlamıştı son hatırladığım şey var gücümle bağırmama rağmen kulaklarıma net bir şekilde ulaşan yüksek tiz kahkahalardı.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 406.
    +15
    Gözlerimi açamıyordum ve hiç bir ses duyamıyordum ama beni yerden kaldıran kolları belimde hissedebiliyordum. Şu an nerede olduğumu da algılayamıyordum geri dönmeyi başarabilmişmiydim yoksa hâlâ o alemdemiydim. Bu belirsizlik beni içten içe yiyip bitiriyordu, içimdeki korku umutlarım üzerinde büyük bir baskı kuruyordu.

    Beni taşıyan her ne veya her kim ise giderek hızlanıyordu bunu artan sarsıntıdan anlayabiliyordum. Tek istediğim kücücük de olsa bir ip ucuydu güvende olduğuma dair ufacık bir belirti. Yüzüme hafifçe değen rüzgar birden kesilmişti ve ortamın ısısı giderek artıyordu. Bu kapalı bir alana giriş yaptığım anldıbına geliyordu sanırım.

    • **

    Onur

    Elim kolum bağlı sandalyede dururken bütün kemiklerim sızlıyordu. O şerefsiz beni kandırmıştı Ahmetin yerimi alması durumunda beni bırakacağını sanıyordum ancak onun amacı ben de dahil hepimize korkunç işkenceler ederek öldürmek.

    Ahmet'in cinlerini benim için gönderdiğini haber aldığı anda bedenimi ele geçirmişti beni o cinlerin önüne attı. Ahmet'e ulaşmak için bir an bile düşünmeden beni sattı. Bedemimin içinde olduğu süreç boyunca kontrol tamamen ondaydı ama bu benim için bir fırsata dönüşmüştü. Kâbir'in düşüncelerini duyabilmeme olanak sağlamıştı, onun gözünde sadece bir yemdim.

    Eğer Ahmet'i alabilmeyi başarsaydı benden de kurtulacaktı çünkü ona hiç bir yararım kalmayacaktı. Ama düşmanını hafife almakla büyük bir hata yapmıştı itiraf etmeliyim ki Ahmet'i uzun zamandır tanıyor olmama rağmen yaptıkları benim bile ağzımı açık bırakmıştı.

    Emrindeki cinlerde güçlü olunca kesinlikle uğraşmak istemeyeceğim bir düşman olmuştu. Bir yolunu bulup buradan hemen kurtulmalıydım, kaçmayı başaramazssam Kâbir'in bana yaptığı işkenceleri mumla arar hale geleceğime neredeyse emindim. Gerçi bu noktadan sonra huzuru bir daha bulabileceğimi sanmıyordum ama pes etmeye niyetim yoktu.

    Bağlı olduğum iplerin sıkılığını kontrol etmek için bir kaç kez sertçe çekiştirdiğimde ipler yerinden bile oynamazken bileklerim felaket bir şekilde acıyordu. Düğümler tahminlerimin çok daha ötesinde sıkılmıştı içimden küfürler savururken bir yandan da ayaklarımı kurtarma çabasına girişmiştim.

    Büyük uğraşlar sonucu az da olsa gevşetmeyi başarmıştım. Pantolonun üzerinden bağladıkları için kaymasını sağlayabilmiştim. Sağ ayak bileğimi aşağıya bükerek diğer ayağımla da kalın urganı itmeye başladım. Kolay olmasa da başarmıştım, hızlıca etrafta göz gezdirdikten sonra koşulların uygun olduğuna karar vererek hâlâ bana bağlı olan sandalyenin izin verdiği ölçüde ayağa kalktım.

    Bu sandalyeden kurtulmak için onu kırmam gerekiyordu anlaşılan. Bacaklarımı biraz bükerek sıçramak için pozisyon aldım, yapacağım şey canımı çok yakacaktı! Olabildiğince yükseğe ve çapraz bir şekilde geriye doğru zıpladım. Amacım sandalyenin arka ayaklarını kırabileceğim kadar güçlü bir darbe indirebilmekti. Ahşap evde parçalanan sandalyenin sesi yankılanırken acı iniltilerimi ağzımda tutmaya çalışıyordum.

    Kırılan sandalyenin bazı parçaları belime ve bacaklarıma saplanmıştı ama hep böyle değilmidir özgürlüğü kazanmak için acı çekmek gerekir. Arkadaşlarımın, daha doğrusu eski arkadaşlarımın kaldığı odadan gelen sesler duyuyordum ama hiç biri dışarıya çıkmıyordu.

    Yaşanan bunca olaydan sonra haklı olarak korkuyor olmalıydılar. Yerde duran cam parçalarından birini alarak bileklerimdeki ipi kesmeye başladım. Cam aynı zamanda elimide kesiyordu ama bunu düşünecek vaktim yoktu hızlı olmalıydım, biraz daha beklersem eninde sonunda biri çıkacaktır. iplersen kurtulur kurtulmaz aksayan bacağımla olabildiğince hızlı bir şekilde merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Merdivenler bittiğinde özgürlüğüme açılan kapı tam karşımda duruyordu bir an bile tereddüt etmeden hızlıca kapıyı açıp ormana ilerlemeye başladım eğer köyün içinden gidersem görülme riskim vardı.

    Hız kesmeden hemen evin karşısında bulunan ormana daldım köyün etrafından dolaşıp ana yola çıkmalıydım sonrası için de elbet bir çare bulurdum.

    • **
    Ormanda ilerlemeye başlayalı henüz beş dakika bile olmamıştı ki bir kadın sesi duydum gecenin bu saatinde ormanın içinde olduğuna göre bu normal biri olamazdı. Çalıların arasında kendimi olabildiğince gizlemeye çalışarak sese doğru ilerledim. Mantığım hemen yoluma dönmemi söylese de merakıma yenik düşüyordum.

    Sesin kaynağını gördüğümde iyi ki merakım üstün gelmiş diye düşünmeden edemedim. Ahmet'in cinlerinden biri ona adı ile seslenip sarsarak kendine getirmeye çalışıyordu. içinde bulunduğu çukurdan ve üzerinde duran kefenden anladığım kadarı ile şeytan kefeni kullanarak Azrail yokuşuna gitmişti. Bu çocuk tam anlamı ile delirmiş olmalıydı Kâbir'e kendini altın tepside sunmuş.

    Onun adına bir felaket olsa da benim işime geliyordu. Eğer şimdi gidip onu kurtarırsam biraz da oyunculuk ile yanında kendime bir yer bulabilirdim. Hemen saklandığım yerden çıktım ve yanlarına gittim. Cin benim orada olduğumu fark eder etmez bir anda karşıma dikildi.

    Korkumu gizlemek adına suratımı astım üzgün ve pişman görünmeliydim. Tabi bu arada aklımdan geçenlere de dikkat etmeliydim Kâbire kafa tutmayı göze aldığına göre güç bakımından ondan aşağı kalır yanı yoktur.

    " Bırak yardım edeyim, ona yaşattıklarım yüzünden vicdanım beni rahat bırakmıyor! En azından bir faydam dokunursa ondan helallik isteyecek yüzüm olur!"

    Yana doğru bir adım attım attığımda cin tekrar önüme geçti, anlaşılan efendisine epey bağlıydı. " Bana izin vermezssen burada can çekişmesini izlemek zorunda kalırsın! Gittiği yerde o şerli kim bilir ne işkenceler yapıyordur! Bunları ben de yaşadım artık Kâbir ile bir bağım yok !"

    Hiç bir hamle yapmadan onun tepkisini bekledim. Bir süre gözlerimin içine baktıktan sonra belli belirsiz bir hareket ile yana çekildi. Ona hafifçe başımı eğdikten sonra hemen gidip Ahmet'i kucaklayarak kaldırdım. Teni ölü gibi bembeyaz olmuştu bedeni soğuk ve ağırdı nefes alıp veriş seslerini duymasam öldüğüne yemin edebilirdim.

    • **

    Onu taşımak her ne kadar canımı yaksa da mecburdum aksayan ayağım ve kopacakmışçasına ağrıyan belimle neredeyse koşarcasına ilerliyordum. Neyse ki ev görünmüştü açık bıraktığım kapıdan içeriye girdiğimde büyük bir hevesle indiğim o merdivenleri kuşku ile geri çıkmaya başladım. Düşmemek için büyük bir çaba sarf ediyordum yaklaşık on bir-on iki merdiven olmasına rağmen oraya çıkmak şu an benim için dağa tırmanmaya eş değerdi.

    Üst kata zar zor ulaştığımda Ahmet'i pencerenin altında bulunan eski kanepeye yatırıp başının altına yastıklardan birini koydum. Şimdi yapmam gereken bekleyip olacakları izlemek, pişman görünmek ve doğru kararı verdiğimi ummaktı.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 407.
    +10
    Onur

    Hafsa ile birlikte saatlerdir Ahmet'in başında bekliyorduk ama durumu hâlâ aynıydı. Belli belirsiz nefes alışı dışında hiç bir yaşam belirtisi göstermiyordu. Bu arada nihayet korkularını yenmeyi başarmış arkadaşlarım odalarından çıkmışlardı.

    Barış sendeleyerek zar zor yürümekte olan Tahsinin koluna girmiş ayakta durmasına yardımcı oluyordu. Hepsi beni gördüklerinde her an kontrolden çıkıp onlara saldırabilecek vahşi bir hayvanmışım gibi bakıyorlardı. Bunun zoruma gitmediğini söylersem yalan olurdu.

    " Merak etmeyin, kendimdeyim." Benim bunu söylemem pek işe yaramamıştı hâlâ bana ürkek bakışlarını atıyorlardı. Tahsin dışında o bana bakmıyordu bile gözü Ahmet'in üzerindeydi. " Ne oldu ona!" Sesi titrek çıkmıştı onun için endişelendiği aşikârdı. " Kendi başına şeytan kefeni yöntemini kullanarak Berzah alemine gitmiş. Onu ormanda başında cini ile yatarken buldum. Gittiği yerde bir şeyler ters gitmiş sanırım."

    " Peki senin ormanda ne işin vardı. Burada bağlı değilmiydin!" " Yaralı olmama rağmen sevgili arkadaşını onca yol kucağımda taşıdım ve bir teşekkür bile etmiyorsun!"
    " En başında onu öldürmeye çalışmasaydın belki ederdim"
    Anlaşılan buradaki işim Ahmet'i ikna etmekle sona ermeyecekti. Normal şartlar altında olsaydı " Hayatta kalmak için gerekeni yaptım!" derdim ama onlara ihtiyacım vardı.

    " Yaptığım hatanın farkındayım ve elimden geldiğince telafi etmeye çalışıyorum. Bende oyuna getirildim tıpkı sizler gibi! inan bana dersimi aldım!" Barış onu karşıdaki boş kanepeye oturttu ve hepsi yanına dizildi. Vücut dilinden anladığım kadarı ile acı içindeydi, yine de bana karşı tavrını korumaya çalışıyordu. Anlaşılan yaşananlar onu da güçlendirmişti. Eskiden olsa ufacık bir özür ve pişmanlık dolu bakışlar karşısında hemen yelkenleri indirirdi.

    " Nedense sana inanasım gelmiyor yine bir şeyler karıştırıyorsun ve bu sefer tuzakların işe yaramayacak! Bende hatalarımın farkına vardım Ahmet seni sürükleyerek buraya getirdiğinde ondan korkmuştum. Diğerleri gibi ben de ona sırt çevirmiştim ama senin arkadaşın evi başımıza yıkmaya kalktığında o bizim için kendini öne atmaktan çekinmedi. Bizim için bir ifrit ile yüzleşmekten geri durmadı! Sen daha ilk problemde bizi sattın, seni bırakmaları karşılığında onu ölüme zütürmeyi kabul ettin! Şimdi o burada yarı ölü yatarken karşıma geçmiş pişmanım diyorsun ama bu raddede pişmanlığın bir önemi kalmıyor! " Ondan duyduklarım neredeyse beni gerçekten etkilemişti, işler içinden çıkılmaz bir hâl almıştı.

    Bu ne ara her şeyi bu denli ciddiye alır olmuştu. En yumuşak başlı olan Tahsin'in bile tavrı buysa diğerlerini ikna etmek sandığımdan çok daha zor olacaktı. Ona uygun cevabı verebilmek için düşünürken merdivenlerin başından gelen hafif öksürük sesi ile oraya döndüm. Hüddam bir elini duvara yaslamış her an yere yığılacakmış gibi görünüyordu.
    Anlaşılan Kâbir onu fena hırpalamıştı. Recep ona yardımcı olmak için yerinden kalkacakken boşta olan elini ileri uzatarak ona durmasını işaret etti.

    " Ahmet'e bakmam gerek. Yolu açın yeter." Sanırım yolu açmaktan kastı ben ve Hafsanın başından çekilmemizdi. ikiletmeden oturduğum yerden yavaşça kalkıp karşıdaki duvara gittim ve sırtımı duvara yasladım. Bir yerden destek almadan ayakta duramıyordum. Hafsa da Ahmet'in ayak ucuna gidip beklemeye başladı. Hüddam yalpalayarak gelip ahmetin baş ucunda yere diz çöktü ve sağ elini alnına koyup bir şeyler okumaya başladı.

    Gözleri kapalı olmasına rağmen göz kapaklarının üstünden irislerinin hareket halinde olduğu anlaşılıyordu. Rüya görür gibiydi bir süre sonra alnından terler akmaya ve kegib nefesler almaya başladı. " Ne yaptın sen oğul!" Hızla gözlerini açıp derin bir nefes aldıktan sonra kurduğu ilk cümle bu olmuştu.

    " Bilinçsizce yaptığı ritüel ve Berzah aleminde görmüş olduğu işkence onu bitap düşürmüş. Ruhu bedenine dönmeye güç yettiremeyince arafta kalmış. Bedenine olanları hissedebiliyor bağları kopmamış ama zayıf! Eğer müdeahalede gecikirsek oradan ömür billlah kurtulamaz!"

    " Ne gerekiyorsa hemen yapalım hocam, oraya bizim için gitti ondan vaz geçemeyiz!"

    Aşırı heyecan yapmış olan Tahsin bir an yerinden kalkmaya tenezzül etse de acı ile inleyerek geri çöktü. Demek Ahmet'in tepkisizliğinin nedeni buymuş. Arafta kalmak kıyamete kadar karanlık ve sessizliğe mahkûm olmak anldıbına gelir. Epey uzun süreli bir işkence!!!
    Tümünü Göster
    ···
  8. 408.
    +10 -1
    Tahsin

    Mustafa hoca ayakta duracak takati olmamasına rağmen bi çare Ahmet'e ulaşırım umudu ile hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyordu. Şu an onun yarı ölü hareketsiz bedenine bakarken kendi acılıarımı bir kenara bırakmıştım. Onur konusunda yaptıkları ile biraz aşırıya kaçmış olduğu yadsınamazdı ama haksız olduğunu da söyleyemezdim. O gün aramızdan geçip odaya çıkarken bana attığı bakışlar tekrar tekrar gözümün önüne geliyordu.

    Herkes ona bir canavarmışçasına bakarken o aksini iddia edebileceğimi umarak pişmanlık dolu gözler ile bana bakıyordu ben ise ona sırtımı dönmüştüm. O hali beni çok korkutmuştu ama biz arkadaştık yapmam gereken onu acısı ile baş başa bırakmak yerine toparlanması için yardım etmekti. Barındırdığı güç ile pek tabi kendini kurtarabilirdi ancak o bunu yapmadı sonuna kadar yanımızda durdu. Hepimiz onu dışladığımızda bile bizim için savaşmaya devam etti.

    Onun şu an ki durumundan sorumlu olan kişi karşımda hiç bir şey olmamış gibi dikilirken Ahmet'i gayet iyi anlayabiliyordum. Ahmet'in boğuştuğu sorunları düşündükçe Onur'un burada ve gayet keyifli olduğunu görmek gerçekten sinirlerimi bozuyordu. En büyük sorumluluk ondayken en iyi durumda olanın o olması kaderin tuhaf bir ironisiydi.

    " Onu kurtarmak için senin yapabileceğin bir şey yokmu!" Onur'u düşünmeye daha fazla katlanamadığımdan cevap vermeyeceğini bilsem de Hafsaya bir soru yöneltmiştim. Tabi aynen beklediğimim gibi hiç bir yanıt alamamıştım. Sadece Ahmet ve Mustafa hoca ile konuşuyordu, her ne kadar bize yardım ediyor olsada bu tepkisizliği ondan korkmama sebep oluyordu. Hiç birimizi umursamıyor gibiydi hatta gibisi fazla onda tuhaf olan bir şeyler vardı, tabi bir cin olmasının dışında. Yakında bu işin de kokusu çıkardı elbet.

    • **

    Mustafa hoca elinde eski bir heybe ile çıkagelmişti. " Ruhuna yol göstermemiz gerek, işin zor kısmı ona ulaşabilmekte!" Elinde kırmızı renkli iki taş tutuyordu Ahmet'in sol elininin avucunu açarak taşlardan birini onun avcuna yerleştirdi. " Bu mercan taşı dır genelde cinni ler ile iletişim kurmak için kullanılan yöntemlerden biridir. Ruhta onlar gibi bir enerji halinde olduğundan Ahmet'in ruhuna erişebilmekte işe yaraması gerek!" Kelimesinin son kısmı epey kafamı kurcalamıştı kullanacağı yöntemden emin değil gibiydi. " Kesinliği yokmu. Emin değil gibisiniz!" " Malesef kesinliği yok. Bir tahminden ibaret ama elimizdekinin en iyisi!" Endişem ve heyecanım daha da körüklenmişti. Tahminler üzerinden gittiğine göre daha önce hiç böyle bir durumla karşılaşmamış olsa gerek. Bunun anlamı da işe yaramazsa Ahmet'i temelli kaybedeceğimizdir.

    Hiç bir şey söylemeden hocayı izlemeye başladım tek yapabileceğim buydu zaten bir de işe yaraması için dua etmek. Hoca diğer taşı da kendi sol avucuna koyduktan sonra gözlerini kapatıp bir şeyler okumaya başladı. Okumayı bitirdiğinde derin bir nefes aldı ve hareket etmeyi tamamen kesti.

    Ahmet

    Ne zamandır burada olduğumu bilmiyordum nerede olduğumu da bilmiyordum ne ses ne ışık hiç bir şey yoktu. Uçsuz bucaksız bu boşlukta amaçsızca dolaşıyordum. Gerçek anlamda delirmek üzereydim bütün benliğim benim dışımda ufacık bir yaşam kırıntısı görebilmek için kavruluyordu. içinde bulunduğum durum Kâbir'in işkencelerinden bile beterdi. En azından orada yalnız değildim. Bir an için elimde belli belirsiz bir soğukluk hissetmem ile olduğum yerde kala kaldım.

    Göremeyeceğimi biliyor olsam da o hissin kaynağını arıyordu gözlerim. Bu zifiri karanlığın içinde geçirdiğim süreçte bazen biri bana dokunuyormuş gibi hissediyordum normal şartlarda bu beni korkuturdu ama şimdi o hissin kaybolmaması için dua ediyordum. Saniyeler için bile olsa yalnız değilmişim gibi hissediyordum. Ama bu diğerlerinden farklıydı zayıf ta olsa hâlâ hissedebiliyordum elimin içinde bir şey vardı. Göremiyordum ama orada olduğunu biliyordum, hemen ardından fısıltılar duymaya başladım ne olduğunu anlayamasam da bitmesini istemiyordum.

    Ses belirli bir yönden geliyor gibiydi uzak ve boğuk tu. Zor da olsa yönünü saptamayı başarmıştım o yönde ilerledikçe ses artmaya devam ediyordu. ilerlemeye devam ettiğimde ses anlam kazanmaya başladı, birisi bana adımla sesleniyordu. Aslında yabancı bir ses değil gayet tanıdık tı, bu mustafa hocaydı. Onun sesini duymam ile içimde beliren sevinci anlatmaya kesinlikle kelimeler yetmezdi. Hızımı arttırarak sesine doğru ilerlemeye devam ettim. Görebiliyordum, bunca zaman sonra nihayet bir ışık görmüştüm sanırım bu gün ışığıydı!

    O kadar iyi hissetiriyordu ki ona erişmek için son hız ileriyordum. Çok yakındım evin odasını görebiliyordum ve arkadaşlarımın seslerini duyuyordum. Sevinçten ağlayabilirdim biraz daha ilerlesem yetişecektim ama her şey aniden yok oldu sanki hiç var olmamış gibi! Lütfen bir daha olmasın kurtuluşa bu kadar yakınken karanlığın beni tekrar yutmasını kaldıramazdım!
    Tümünü Göster
    ···
  9. 409.
    +12
    Yeniden karanlıkla baş başaydım. Bu bilinçsizlik hali beni tamamen bitiriyordu. Merak ediyorum da bir gün bunların sonu gelecekmiydi. Eski hayatıma dönüp sıradan, saçma sorunları gözümde büyütmeye ailem ile zaman geçirmeye tekrar fırsatım olacakmıydı. Aslında içimde bir yerlerde cevabı net olarak biliyordum ancak ne yazık ki o cevap umutlarımın katiliydi.

    Bu boşluktayken yanımda sadece iç sesim olduğu için göz ardı etmeye çalıştığım çoğu düşünce gün yüzüne çıkıyordu. Burada keşke kelimesinin ne denli can yakabileceğini açıkça anlamıştım. Susturmaya çalıştığım o ses her saniye bana hatırlatıyordu. Keşke o kitaba hiç dokunmasaydım, keşke yaşananların hepsi kâbustan ibaret olsaydı, keşke geri dönebilseydim. Bence yalnızlığın asıl işkencesi buydu üstünü zayıf umutlar ile örttüğüm gerçeklerin okkalı bir tokat gibi yüzüme çarpıyor olması. Keşkeler için çok geç, umutların artık yersiz olduğunu söylüyor olmasıydı.

    • **

    Sesler duymaya başlamıştım. Ekolu da olsa onları tanımak benim için çok zor değildi. Bu sesler arkadaşlarıma aitti. Beni sarstıklarını hissedebiliyordum onların yanındaydım. Sanırım bunun anlamı Mustafa hoca her ne yaptıysa en başından beri işe yaramış olmasıydı. O alemden kurtulmuştum peki neden hâlâ karanlıktı. Gözlerimi açıp kapatabiliyordum ama ışık yoktu. Bana seslendiklerini duyabiliyordum hatta yanı başımda telaşla ismimi tekrar tekrar söyleyen Tahsinin nefesini yüzümde hissedebiliyordum. Kolumu kavramış olan ellerinin yaptığı baskıyı hissedebiliyordum ancak ne kadar uğraşsam da hiç bir tepki veremiyordum.

    O an aklıma Hafsa geldi onunla konuşmak için ses çıkarmama gerek yoktu.

    Tahsin

    Ahmet gözlerini açmıştı ancak tamamen sabit bir şekilde tavana bakıyordu. Kolundan tutarak onu sarsmaya başlamıştım ve hiç durmadan ismini tekrarlıyordum. Ağzından çıkacak herhangi bir kelime yada vereceği en ufak bir tepki için gözlerimi ondan bir an bile ayırmıyordum. Bütün uğraşlarım kifayetsiz kalıyordu. Onu sarsmayı bırakarak olduğum yere çöküp oturdum.

    " Sizi duyuyor." Sol tarafımdan gelen kadın sesi ile o yöne döndüm. Konuşan Hafsaydı anlaşılan Ahmet bizimle onun aracılığı ile iletişim kuruyordu. " Neden kendisi konuşmuyor!" Gelecek cevabın yarattığı heyecan ve korku ile sırtımdaki dayanılmaz acıya aldırış etmeden ayağa fırladım. " Nedenini o da bilmiyor, deniyormuş ama göremiyor ve herhangi bir tepki veremiyormuş!"

    Nedemek oluyordu tüm bunlar yoksa hep böyle mi kalacaktı. Tüm bu mantıksızlığa ışık tutabilecek bir açıklama yapmasını umarak gözlerimi Mustafa hocaya diktim. Ancak yorgun yüzündeki boş bakışlardan anladığım kadarıyla o da bu durum karşısında şaşkındı ve anlam veremiyordu.
    " Bırakalım biraz dinlensin belki de yorgun düşmüştür."
    Mustafa hocanın aklında bir şey olduğu çok açıktı yüz hatları gerilmiş ve gözleri büyümüştü. Açıklamak istemeyişi vaziyetin kötü olduğu anldıbına geliyor olabilirdi. Beynim resmen durmuştu artık gerçekten yorulmuştum hayatım kesinlikle mahvolmuştu. Her gün farklı bir felaket yaşanıyordu şu an için tek isteğim bu silsileye Ahmet'in de kurban gitmemesiydi!

    Ahmet

    Mustafa hocanın düşüncesinin işe yaramasını her şeyimle istesem de bunun doğru olmadığını biliyordum. Bende farklı bir şeyler vardı belki beni o alemden kurtarmışlardı ama artık beynim bana zindandı!
    Tümünü Göster
    ···
  10. 410.
    +13
    Döndüğümden bu yana iki gün geçmişti artık zar zor da olsa hareket edebiliyordum ve konuşabiliyordum ancak hâlâ göremiyordum. Mustafa hocanın teorisi yorgun düşen ruhumun henüz bütün duyularıma güç yettiremediği yönündeydi. Duruma olabildiğince olumlu yaklaşmaya çalışıyordu, belki de beni kötü etkileyeceğini düşündüğü için. Atladığı nokta ise şu an zaten olabilecek en kötü senaryolardan birini yaşıyordum, artık beni daha da karamsarlaştırabilecek çok şey kalmamıştı. Zifiri karanlığı daha çok karartamazsın.

    Normalde böyle bir durumda hırs ve öfkeden deliriyor olurdum ancak oradan döndüğümden beri tek sorun gözlerim değildi. Ruhum hislerim her şey çok farklıydı, benden bir parçam koparılmış gibiydi. Sadece öfke de değil hiç bir duyguyu algılayamıyordum. Belki de böylesi daha iyi olmuştur gerçekliğe kapanan gözlerim mânâya da anlam veremiyordu, bu sayede korkularım bağlılıklarım hepsi gitmişti.
    Sosyopatlığın sınırlarında hiç olmadığım kadar özgürdüm.

    Odada yalnızca ben ve Hafsa vardık onu göremesem de gözlerini üstümde hissediyordum. Uzun zamandır hiç konuşmamıştı öylece başımda bekliyordu. " Aklında ne var." ilk zamanlarda bana sürekli çabalamayı bırakıp dinlenmem gerektiğini söylüyor ve yapabileceği bir şey olup olmadığını sorup duruyordu. Bu ani sessizliği dün başlamıştı, onunla zihinsel olarak bağlı olmasam orada olduğunu anlayamazdım bile. Belli ki aklını kurcalayan bir mesele vardı.

    " Seninle ilgli... " Cümlesi açılan kapı sesi ile yarım kalmıştı. Muhtemelen yine Tahsin gelmiştir geri döndüğümden beri aşırı derecede üstüme düşüyordu. " Sana iyimisin diye sormayacağım çünkü cevabı ortada!"

    Onur

    Herkes öylesine sessizdi ki sanki üzerlerinde ölü toprağı var gibiydi. Mesut hocanın hâlâ kendine gelemeyişi ve Ahmet'in durumu onları epey etkilemişti. Onlar hazır hiç bir şey ile ilgilenemeyecek durumdayken işe koyulma vaktiydi. Yavaşça yerimden kalkıp Ahmet'in kaldığı odaya doğru ilerledim. Hâl hatır sorup biraz ağzını yoklamam gerekiyordu planlarımın ters tepme ihtimaline karşın hazırlıklı olmalıydım.

    Kapıyı açıp içeri girdiğimde Hafsa onun baş ucunda öylece bekliyordu. Anlaşılan hâlâ bir değişiklik yoktu, kapı sesini duyduğunda Ahmet boş bakışlarını bana doğru çevirdi. Gözleri açık olsada göremediği net olarak anlaşılıyordu çünkü bakışları hiç bir yere odaklı değildi." Sana iyimisin diye sormayacağım çünkü cevabı ortada!" Aklımdan geçeni direkt olarak söylemiştim. "Beni sen getirmişsin sana yapabileceklerimden korkmuyormusun."

    Anlaşılan o da benim yolumu izleyerek direkt aklından geçenleri söylüyordu. Kurduğu cümle ne kadar tehtitkâr olsa da sesinde en ufak bir duygu belirtisi yoktu. Doğruyu söylemek gerekirse şu an korkum daha da artmıştı. Duygu yoksunluğu o kadar belirgindi ki kafasına koyduğunu kesinlikle yapardı.

    " Ben hatalarımın sorumluluğunu kabul ediyorum. Korkacak bir şey yok!" " Bu farkındalığı yaşamak için biraz geç değilmi?" " Benim yüzümden başına gelenlerin küçümsenecek bir tarafı olmadığını biliyorum. Kâbir'in eline düştüğümde çok korkmuştum sonuçta hayatım söz konusuydu! Hepimiz senin kadar gözü kara değiliz!"

    Biraz egosuna oynamaktan zarar gelmez di sanırım. " Nedense içimde bu anı daha önce yaşamışız gibi bir his var."
    Neden bahsettiğini anlamamıştım ancak aklına girmeme kolay izin vermeyeceği açık tı. "Tüm bunların başlangıcında ben yapmamak için diretirken yine aynı taktik ile kandırmıştın, ego tatmini."

    Buz gibi sesi ile kurduğu bu cümle yandığımın resmi olabilirdi. Aslında hata bende onca acıdan sonra akıllanmamış olması bir mucize olurdu zaten. Beynimde çakmaya başlayan tehlike çanlarını göz ardı etmeye çalışarak yutkundum. " Sanırım hepimiz dersimizi almışız!" " Hemde fazlasıyla. Ama merak etme artık sana kin gütmüyorum hatta teşekkür etmek istiyorum!"
    " Ne için?"
    " Bana Kâbir'in zayıflıklarını anlattığın için!"

    Meseleyi şimdi anlamıştım. Tıpkı Kâbir'in yaptığı gibi o da beni hedefine ulaşmak için kullanmak istiyordu. Benim için hava hoş güvenliğim garanti edildikten sonra birbirlerini yemeleri umrumda değildi. " Ona karşı durduğunda olanları gördün yine de devam etmek istiyormusun!" " Tam da o yüzden uğraşmaya devam edicem, kendi rızası ile beni rahat bırakacağını sanmıyorum."
    " Bundan etkilenen tek kişi sen olmazssın!"

    Hâlâ istediğim kelimeyi duyamamıştım. Güvenliğimin sözünü almaya çalışıyordum ancak böyle olmayacak gibiydi. " Pekâla lafı dolandırmadan söyleyeceğim sen onunla uğraşırsan o da bizimle özellikle onu sattığım için benimle uğraşır. Elinden bir kere kurtulmuşken tekrar yakalanmak istemem!"

    Ahmet

    Tam olarak istediğimi bana vermişti kendince yine oyun peşindeydi. Kâbir'in artık ona ihtiyacı olmadığının farkına vardığı için şimdi bana yamanmaya çalışıyordu. Bir süre oyunu onun kuralları ile oynamanın bir sakıncası yok. " Başka seçeneğin olduğunu sanmıyorum." Ona biraz göz dağı vermem gerekiyordu ki beni tekrar kandırabileceğini düşünmek gibi bir gaflete düşmesin. " Yanımda güvende olacağından emin olabilirsin, yeterki onu alt etmem için yardım et." " Anlaştık."
    Tümünü Göster
    ···
  11. 411.
    0
    Laa bu watpadteki sen misin sonunu getirmeden buraya mi geldin yohsam caldin mi laa pinc
    ···
  12. 412.
    0
    Kesin dorudur bu
    ···
  13. 413.
    +15 -1
    Onur'un şimdilik güvende hissetmesini istiyordum çünkü iş birliği yaparsak Kâbir'i alt etmem çok daha kolay olacaktı. " Onun en büyük zayıflığı öfkesi olacaktır. Özellikle son olaylarda tamamen gözü döndü, birde seni ellerinin arasına almışken hiç beklemediği şekilde kaybetmesi. Şu an tam anlamı ile deliriyordur!"

    " Özet geçsen yeterli olur."
    Bir an önce bitmesini istiyordum. Onun nereden geleceği belli olmayan saldırılarına daha ne kadar karşı koyabilirim hiç fikrim yok.

    " Ava giden avlanır! Ona bir fırsat verirsen önünü ardını düşünmeden atlayacaktır. Tabi bu işe girişmeden önce bütün hazırlıklarını tamamlamalısın, düşüncesiz olması onu kolay lokma yapmıyor. Hâlâ arkasında kalabalık bir kabile var!"

    " Ben de yalnız sayılmam. Ancak kolay olmayacağı konusunda kesinlikle haklısın. incelikli bir plana ihtiyacımız var. (Hafsaya hitaben) Kâbirin kabilesini oyun dışı bırakmakta sana güvebebilirmiyim?"

    " Elimden geleni yapacağımdan kuşkun olmasın."

    "Bu sefer hedefimiz onu yakalamak değil bu iş çok uzadı, artık bitmesini istiyorum ya o beni alacak yada ben onu!"

    Şu an Onur'u göremesemde surat ifadesini tahmin edebiliyordum. işin ne kadar büyük olduğunu anladığı için tahminen ağzı bir karış açıktı. " Anlaşılan arafta kaybettiğin tek şey görme yeteneğin değilmiş! Şimdi sen ciddi ciddi onu öldürmek mi istiyorsun, ben bir şekilde hapsederiz diye düşünmüştüm!"

    " Sadece onu değil bütün kabilesini yok etmek istiyorum! "

    " Benden buraya kadar sen kafayı yemişsin! Yardım etmek isterdim ama ne yazık ki pgibololiden pek anlamıyorum!"

    Anlaşılan iyi polis rolü buraya kadar dı.

    Onur

    Planlarım tamamen ters tepmişti, benim aklımdaki senaryo daha çok bir kaç küçük oyun ile onu kendimize çekip hapsetmek ti. Onun teklifi ise rus ruleti gibiydi silahı kafamıza dayayıp merminin karşı tarafta patlamasını umuyordu. En kötü tarafı ise en ufak bir çekincesinin bile olmadığının açıkça belli olmasıydı. Acımasızlığı ile nam salmış bir cin kabilesini yok etmekten bahsederken sesi havadan sudan muhabbet eder gibi normal çıkıyordu!

    Şu hali ile Ahmet'in yanında yer almak kesinlikle mantık dışı olurdu. "Benden buraya kadar sen kafayı yemişsin! Yardım etmek isterdim ama ne yazık ki pgibolojiden pek anlamıyorum!" Hızla ayağa kalktım, acilen sağlam bir kaçış planına ihtiyacım vardı! Tam çıkmak üzereydim ki Hafsa karşıma dikildi ve üzerime yürümeye başladı. Başımda inanılmaz bir ağrı hissetmeye başlamıştım beynim infilak edecek gibiydi.

    Dengemin bozulması ile olduğum yere yığıldım. Ben yerde kıvranırken Ahmet'in konuşması uğultular halinde kafamın içinde yankılanıyordu! " Konuşmamızın başında başka seçeneğin olmadığını belirttiğimi sanıyordum."
    Kafamda yankılanan uğultular ve dayanılmaz baş ağrısı ile daha fazla başa çıkamayarak pes ettim.

    " Tamam, yardım edeceğim, kes şunu artık!"
    Bu işkencenin son bulması ile derin bir nefes aldım. Ben hâlâ yerde yatıyorken o zerre umrunda olmadığımı belli eden buz gibi sesi ile ilk emrini vermişti. " Gidip Mustafa hocayı çağır onun da yardımına ihtiyacımız olacak."
    Duvardan destek alarak tekrar ayağa kalktığımda Hafsa önümden çekilip geçmem için yolu açtı. Başım hâlâ dönüyordu kapı kolunu zar zor görebiliyordum. Kola tutunmayı başardığımda yaşadığım güç kaybı nedeni ile dengede duramadığım için sendeledim. Eski ahşap kapı büyük bir gürültü ile ardına kadar açılırken bende yere kapaklandım.

    Başım merdivenlerin bulunduğı yöne doğru dönük olduğu için onların verdiği tepkiyi görememiştim. Sağ elimi mümkün olduğunca yükseğe kaldırarak güçsüz sesim ile konuştum. " Ahmet Mustafa hocayı görmek istiyor!"

    Kimse beni umursamamıştı bile hepsi Ahmet'i kontrol etmek için hemen odanın içine doluşmuştu. Aşağı kattan hızla gelen Mustafa hoca üstümden geçerek odanın içine dalmıştı. Gürültü fazla olunca Ahmet'e bir şey olduğunu düşünmüştü sanırım. Bense tek başıma sürünerek koltuğa tırmanmıştım. Bu kadar nefret edilmek bana bile ağır gelmeye başlamıştı. Kıssa bir süre sonra sorun olmadığını anlayan hoca diğerlerini dışarıya çıkarıp Ahmet ile yalnız kalmıştı.

    • **

    Yaklaşık yarım saattir Ahmet ve hüddam odada tartışıyorlardı. Mustafa hocanın öfkeli bağırışlarına bakılırsa mantıklı olanı yapıp bu işten vaz geçmesi için onu ikna etmeyi deniyordu.
    Ama Ahmet kararını çoktan vermişti ve geri dönmeye niyeti yoktu. Yaşanabilecek olayları tahmin etmeye benim hayal gücüm bile yetmiyordu.

    Bağırışma sesleri kesildiğinde hüddam yeri titreten adımlar ile odadan dışarı çıktı ve kapıyı sertçe çarptı. Alnında atan damara ve sinirden kıpkırmızı olmuş yüzüne bakarak tartışmayı kazananın o olmadığını anlamak zor değildi. içimden bir ses bu tehlikeli oyunun bizim için hayırlı bitmeyeceğini söylüyordu!
    Tümünü Göster
    ···
  14. 414.
    +2 -37
    Son bölümü atmayı düşünmüyorum. Sizin hayal gücünüz ile bitirin.
    ···
    1. 1.
      0
      Saçmalama kardeş dalga mı geçiyosun
      ···
    2. 2.
      0
      Dassaj mı geçiyon kardeş bitir işte
      ···
    3. 3.
      0
      Bitir ya bro
      ···
    4. 4.
      0
      Aq bitir işte binlik yapma
      ···
    5. 5.
      0
      Olm nerdeyse 2 saat okuduk hakkımızı ver ya
      ···
    6. 6.
      0
      https://youtu.be/sDf0zpqxJwE


      Buyrun beyler huur evladinin calmış olduğu yerden siz devam edebilirsiniz
      ···
    7. diğerleri 4
  15. 415.
    0
    Senin ben anneni gibim
    ···
  16. 416.
    0
    Hahahhha ahabba
    ···
  17. 417.
    0
    Atmıcakmiß
    ···
  18. 418.
    0
    Lan huur evladi atsana illa ananimi gibelim amina kodumun cocu
    ···
  19. 419.
    0
    Uzun zamandan bu tarz hikayeler yazilmiyor.
    ···
  20. 420.
    0
    Reeezzz
    ···