/i/Tarih

''Tarih bir meslektir, bir hobi, gevezelik, anekdot ya da asparagas değildir.'' (Pierre Goubert)
  1. 26.
    +4
    “ingiliz, Fransız ve italyanları Anadolu’dan uzaklaştırıp bizi de yenince karşımızda sıradan bir adam bulunmadığını ve O’nun gerçek yaratıcı erkini kavramaktan uzak kalmış olduğumuzu kabul ettik.” Yorgi PESMAZOĞLU Yunan Ekonomi Bakanı

    ——————————————-

    “Milletimi şimdiye kadar söylediğim sözlerle ve hareketlerimle aldatmamış olmakla gurur duyuyorum.” M. Kemal ATATÜRK

    ——————————————-

    “Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yakında ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. işte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür; tarih bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir.” Atatürk 29 Ekim 1933.

    ———————————-

    Atatürk 1933 yılında Mısır Büyükelçisi’ne, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek şunları söyler: “Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları, şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelmiş olarak gerçekleşecektir. Bu milletler, bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen, bunları yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini, milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı alacaktır.” Dünya gazetesi, 20.12.1954

    ———————————————————-

    Bir gencin Atatürk’e “Gençliğin ideali ne olacak?” sorusu üzerine Atatürk : “Türklükten büyük ideal mi olur mu? Bugün sınırlarımız dışında bunca Türk yaşıyor. Bunların arasında bir kültür birliği kurmalıyız.
    Aynı tarihten geliyoruz, geçmişimizi yeterince bilmiyoruz. Aynı dili konuşuyoruz, birbirimizi anlamıyoruz.
    istanbul’da konuşulan Türkçe, burada yayınlanan dergi; Kırgız’da, Kıpçak’ta, Özbekistan’da, Azerbaycan’da bizim anladığımız gibi anlaşılmadır. Her tarafta istanbul lehçesi konuşulmalıdır. Hunlar, bütün Türk âleminde bizim anladığımız gibi anlaşılsın. Niçin ben Türkiye Reisicumhuru olarak Türk dili ve Tarihiyle bu kadar yakın ilgileniyorum?
    istiyorum ki, menşeimizle (kökenimizle) ilgili bilgiler birbirine eş ve sağlıklı olsun.
    Temiz Türkçemiz, her tarafta aynı biçimde konuşulsun.”
    ihsan Sabri Çağlayangil,”Sınırlarımız Dışında Yaşayan Türkler”, s.7

    ——————————

    “Biliriz ki Allah dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri insanlar istifade etsin, varlık içinde yaşasınlar diye yaratmıştır. Ve âzami derecede faydalanabilmek için de, bugün kâinattan esirgediği zekâyı, aklı insanlara vermiştir..” ATATÜRK

    ___________________

    “…Atatürk adı bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır. Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye’ nin doğması, yeni Türkiye’ nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilan etmesi ve o zamandan beri koruması, Atatürk’ ün Türk halkının işidir… Şüphesiz ki, Türkiye’ de giriştiği derin ve geniş inkilaplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur… “John F. KENNEDY A.B.D Başkanı

    (Orijinal metin: …The name of Ataturk brings to mind the historic accomplishments of one of the great man of this century, his inspired leadership of the Turkish People, his perceptive understanding of the modern world and his boldness as a military leader. It is to the credit of Ataturk and the Turkish People that a free Turkey grew out of a collapsing empire and that the new Turkey has proudly proclaimed and maintained its independence ever since. Certainly there is no more successful example of national self reliance then the birth of the Turkish republic and the profound changes initiated since then by Turkey and Ataturk…)
    Tümünü Göster
    ···
  2. 27.
    +3
    Atatürk döneminde TORPiL!

    Yıl 1934, o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Ulus’tadır. Bakan ise Niğdeli Abidin ÖZMEN’ DiR. Bakan, makamında çalışmaktadır. Kapı çalınır.

    Bakanın gür sesi: “Giriniz!”

    Atatürk’ün yaverlerinden biri, yanında iki çocukla makama girerler. Konuklara yer gösterir ve zarfı açar. Atatürk’ten gelen bir mektuptur. Abidin ÖZMEN zarfı özenle açar ve mektubu dikkatle okur.

    “Bay Abidin ÖZMEN Milli Eğitim Bakanı

    Yaver Bey’le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun göreceğiniz bir liseye parasız yatılı olarak kaydını yaptırın.”

    Bu, Atatürk’ün bir emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir. Bakan ÖZMEN, Orta Öğretim Genel Müdürünü çağırtır ve şu direktifi verir:

    “Yaver Bey’in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukların Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine Atatürk’ün ismini yazdırarak bana getiriniz.” der.

    Bakanın emri yerine getirilmiştir. Abidin ÖZMEN de kısa bir mektup yazarak Yaver Bey’le Atatürk’e yollar.

    Mektubun içeriği şöyle: “Muhterem Atatürk, Yaver Bey’le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım. Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi biri bulunduğu için bu iki çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğunda emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi’ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim ediyorum.” Atatürk bu mektup üzerine, devrin Başbakanı ismet inönü’ye telefon ederek: “Bak senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı.” diyerek olayı anlatmış. inönü, Bakan adına özür dilemiş.

    Atatürk: “Yok! Demiş özür dileme. Çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve doğruyu gösterebilse“

    Tarihi değeri olan ve hiçbir yerde yayımlanmayan bu anının unutulup gitmesine gönlü razı olmayan bakanın yeğeni yüksek mimar H. Rahmi ÖZMEN, 15.08.1985 günü bu mektubu gazeteci yazar Vahap Okay’a iletir. O da 15.09.1985’te gazetesinde yayımlar.

    —————————————————–

    Yıl 1935 yaz mevsimi…O günlerde Londra Büyükelçisi Ali Fethi Okyar izinli olarak Ankara’da ve Çankaya’ da misafir. Bilinir ki kendisi, Mustafa Kemal’ in çocukluk arkadaşıdır ve Fethi Bey, Sofya sefiri iken Mustafa Kemal yanında ataşemiliterdir. Dışişleri Bakanı Dr.Tevfik Rüştü Aras gelir ve Atina’ dan yeni döndüğünü, Balkan Paktı’na temel felsefe içinde Türk-Yunan ilişkileriyle ilgili askıda ne varsa hepsini kökünden hallettiğini müjdeler. Mustafa Kemal sakin ve şeklen memnun dinler, hatta kutlar. O gittikten sonra Fethi Okyar’ a döner, gülümser: “Bizim Hariciye Vekili Yunan’ın sadece Atina’dan idare edildiği zannı içindedir” der. Gece sofrada başta Başbakan ve nadir olarak bulunan Genelkurmay Başkanı, sivil-asker devlet büyükleri vardır. Konu açılır, herkes memnundur. Atatürk, düşünceler tamamlandıktan sonra şu TARiH DERSi’ ni verir: “iki ülke ve millet vardır ki, sadece devlet merkezlerinden değil, dünyanın her yerinden, denizlerden bankalara kadar çok yerden idare edilirler. Bunlar Yunanlılar ve Yahudilerdir. Bunlar ve benzerleriyle resmi anlaşmalar hadiselerin sadece bir bölümünü teşkil eder. Hayal kırıklığına uğramamak için bazı milletlerin tarih terkibini de, faaliyet sahasının yaygınlığını da terazinin kefesine koymak şarttır.”

    ——————————————————————

    Çanakkale’de ölen askerleri için 1934 yılında Yeni Zelandalı ve Avustralyalı annelere Atatürk’ün gönderdiği mesaj:

    “Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

    Bu ulvi mesaj aynı zamanda Wellington’da, Yeni Zelanda Hükümeti tarafından inşa ettirilen Atatürk Anıtı’nda yazılı olup her yıl 25 Nisan tarihinde ülkede düzenlenen ANZAC günü anma törenleri sırasında ülkede mukim Türk Büyükelçisi tarafından okunmaktadır.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 28.
    +5
    Çanakkale’de savaşırken bir kolunu kaybeden Fransız Generali Gouraud’ya, yıllar sonra Ankara’da karşılaştıkları zaman, Generalin boş kolunu işaret ederek: “Türk topraklarında yatan şerefli kolunuz, memleketlerimiz arasında son derece kıymetli bir bağdır!” demiştir.

    ________________________________

    “Atatürk’ün Nutku, bir devlet kurucusunun milletine hesap verme örneğidir ve tarihte eşine az rastlanır.” Prof. Afet inan

    ———————————————–

    Fransız devlet adamı Franklin Bouillon 9 Haziran 1921’de Ankara’ya gelmiştir. Fransızlar, Milli Mücadele’nin gücünü, anldıbını öğrenmeye çalışmaktadır. O günlerde Yunan ordusu Afyon’u ele geçirmiştir. Dönemin Ankara’sı yokluklar bir yana, bir yabancı bakanı ağırlayabilecek olanaklardan tamamen yoksundur. Yusuf Kemal Bey, güç bela alafranga bir tuvalet yaptırır. Otomobil olmadığından, çift atlı bir fayton hazırlatılır konuk bakan için. Ancak tüm aramalara karşın, Fransız misafiri ağırlayacak yemek takımı bulunamamıştır Ankara’da. Yusuf Kemal Bey, son çare olarak Mustafa Kemal Paşa’dan şöyle bir istekte bulunur: Kuvayı Milliye için çalışan istanbul’daki gizli teşkilat Mim Mim Grubu acaba istanbul’dan 6 kişilik yemek takımı kaçırıp Ankara’ya yollayabilir mi? Çünkü Ankara’da 6 kişilik tabak ve buna uygun servis takımı yoktur. (MM – Milli Müdafaa olarak da geçer. Ayrıntılı bilgi için bkz: Selahattin Salışık, Kurtuluş Savaşı’nın Gizli Örgütü, Kaynak Yayınları, istanbul, 1999)

    Mustafa Kemal bu isteği şöyle yanıtlar:

    “Yusuf Kemal Bey… Bu Fransız, Ankara istasyonuna geldiğinde tören kıtasının perişan halini gördü. Askerin postalı bile yoktu. Başlarındaki kalpak, omuzlarındaki tüfek çeşit çeşitti. O, bu yetersizlikler içinde senin dayanma gücünü görmeye, ölçmeye geldi. Sen ona, üzerinde tuğray-ı garray-ı Osmani işlemeli altın yaldızlı sofra takımıyla ikramda bulunursan, o “Bab-ı Ali kafası bunlarda da devam ediyor, hayret! Aynı yolda vatan kurtarma, yeni bir devir açma iddiaları var, ancak sabun köpüğü” der. Ve istilayı tamamlama yolunda Paris’e göz kırpar. Sen adamı al, Meclis’e zütür, orada tek yumruk halindeki haysiyet şahlanışını görsün. Mektep karavanasından tek kap yemeği tahta tabak, tahta kaşıkla yesin. Ve bu görünürdeki yokluk içinde milletin sağlam istinadını anlamaya çalışsın. Zaten şimdi o, başlayan savaşın neticesini bekleyecek. Önce kendin inan, sonra da misafirini inandır…” Hariciye Vekili Yusuf Kemal Tengirşenk’in anılarından.

    ————————————————————

    Mustafa Kemal muzaffer Başkomutan olarak izmir’e girdiği gün, önüne serilen Yunan bayrağını, “Bayrak bir milletin bağımsızlık alâmetidir; düşmanın da olsa saygı göstermek gerekir!” diyerek yerden kaldırtmıştır.

    __________________________________

    Atatürk, 15 Temmuz 1936’da Yalova’dan Bursa’ya geçerken iznik’e uğramıştı.’ Yanında Celal Bayar, Afet hanım ve daha bazı arkadaşları vardı. Afet hanım iznik’i gezmek için Atatürk’ten izin alır. Atatürk:

    – “Hay, hay… Gidebilirsiniz fakat asıl iznik’i göremeye­ceksiniz. Çünkü o toprağın altındadır” der.

    Atatürk etrafındakilere sorar: – “iznik kaç kapılıdır?” Bir iznikli yanıt verir: – “Üç kapısı vardır efendim. Bulunduğumuz yerin doğusundaki kapı, kuzeyindeki Yenişehir kapısı, güneyindeki istanbul kapısı…” Atatürk’ün “Peki Batı kapısı nerede?” diye sorması üzerine iznikli öyle bir kapının olmadığını ve böyle bir kapıyı bilmediklerini söyler. Atatürk bir müddet susar.. Ve o konuyla ilgili başka bir söz etmez.. Konu kapanır… Aradan seneler geçer… Biriken suları iznik Gölü’ne akıtmak için kanal açmaya uğraşan işçiler, suların kendiliğinden boşluk bularak akmaya başladığını görürler… Kazıya devam edilir… Sonunda toprağın altından tam teşkilatlı kurşun bir kapıyı ortaya çıkartırlar… işte bu kapı Atatürk’ün aradığı ve bahsettiği kapıdır!
    Tümünü Göster
    ···
  4. 29.
    +5
    Atatürk beraberindekilerle birlikte trenle bir yurt seyahati sırasında, Celal Bayar, Atatürk’ün etrafındaki gruptan daha ileride bir kişiyle görüşmektedir.

    Ata’nın gözleri bir an Celal Bayar’ın üzerinde durur. Atatürk’ün uzaklara bakışı O’nun bir düşünce âlemine daldığını göstermektedir.

    Kısa bir süre sonra birden yanındakilere döner ve der ki:

    “Şayet bu memlekette bir gün kansız bir ihtilal olacaksa ve bu ihtilale biri de liderlik edecekse o adam Celal Bayar olacaktır.”

    1930’lu yıllarda ki bu görüş, 1950 seçimlerinde Celal Bayar’ın liderliğinde Demokrat Partinin iktidar oluşu ile doğruluğunu göstermiştir.

    _____________________

    ingiltere Kralı 8. Edvard ve sevgilisi Bayan Simpson Atatürk’ün misafiri olarak istanbul’dalar.

    Atatürk misafirleriyle birlikte bulundukları geminin güvertesinden Moda’da yapılan deniz yarışlarını seyrediyorlardı.

    Bir ara Bayan Simpson elindeki dürbünü ile yerinden kalkar, güvertenin diğer ucuna doğru yürürken, Kral da Atatürk’ü başı ile selamlar, sevgilisinin arkasından O’nu takip ederken Atatürk yanındakilere eğilerek:

    “Kralın, madama karşı zaafı olduğunu görüyorum. Korkarım ki tahtını bu kadın yüzünden kaybedecek.” demiştir.

    Bir süre sonra 8. Edvard, Bayan Simpson yüzünden tahtan feragat etmiştir.

    ________________

    4 Şubat 1919 tarihinde Alemdar gazetesinin yazarlarından Refii Cevat (Ulunay) M. Kemal Paşa ile Şişli’deki evinde bir görüşme yapar. Refii Cevat bu görüşmeyi şöyle aktarır:
    Sorularımı bitirip veda etmek üzere ayağa kalktığımda dedi ki:

    – Biraz daha oturunuz lütfen.

    Oturdum. Şöyle bir konuşma geçti aramızda

    – Soracağınız sorular bitti mi?

    – Bitti Paşam.

    – Bu vatan içine düştüğü bu felaketten nasıl kurtarılır, istiklaline nasıl kavuşturulur? Diye bir soru sormanızı beklerdim.

    – Af buyurunuz Paşa hazretleri, bugün içinde bulunduğumuz bu şartlardan bu vatanın kurtulmasını en uzak ihtimalle dahi mümkün görmediğim için böyle bir soru sormadım.

    – Siz gene de böyle bir soru sormuş olunuz, ben de cevabımı vereyim, fakat yazmamak şartıyla.

    – Zat-ı alinizi dinliyorum Paşa hazretleri.

    – Bakınız Cevat Beyefendi, sizin imkansız gördüğünüz kurtuluş yolları vardır. Bu gün herhangi bir teşkilatçı Anadolu’ya geçer de milleti silahlı bir direnişe hazırlarsa bu yurt kurtulabilir.

    Heyecanlanmıştım. I. Dünya Savaşı süresince gücümüzü öylesine tüketmiştik ki elimizde hiçbir şey kalmamıştı. Harplerden sağ kalanların ise ayakta duracak halleri yoktu.

    – Nasıl olur Paşam! Diye yerimden fırladım. Paşa sakindi :

    – Aklınızdan geçenleri tahmin ediyorum, dedi; doğrudur. Görünüş tamamen aleyhimizde. Ama düşmanlarımız olan bu devletlerin bir de içyüzleri var.

    – Nasıl Paşam.

    – Anlatayım. Siz sanıyor musunuz ki, savaşı kazanmakla müttefikler aralarındaki bütün sorunları çözmüşlerdir. Aralarındaki asıl rekabet şimdi başlayacaktır. Asırlarca birbirleriyle boğuşan Fransızlarla ingilizleri ortak düşman tehlikesi birleştirdi. Şimdi o eski rekabet bıraktıkları yerden tekrar başlayacaktır. italya’nın da başı dertte. Onlar da her an bir iç karışıklık yaşayabilirler. Sonuçta, Anadolu’da başlayacak bir milli direnişle hiçbiri mücadele edecek durumda değildir. Böyle bir mücadelenin tam sırasıdır.

    – Paşam, milli direniş, Güzel. Ama neyle? Hangi askerle, hangi silahla, hangi parayla? Maalesef Paşam, kupkuru bir çölden farksız oldu bu güzel vatanımız.

    – Öyle görünür Refii Cevat Bey, öyle görünür. Ama çölden bir hayat çıkarmak lazımdır. Çöl sanılan bu alemde saklı ve kuvvetli hayat vardır. O, Türk milletidir. Ekgib olan şey teşkilattır. Bu teşkilat organize edilebilirse vatan da millet de kurtulur.

    Mustafa Kemal’e veda ettim; matbaaya geldim. Ne kafam almıştı ne mantığım. Daha doğrusu anlattıkları bana deli saçması gibi gelmişti. Matbaada arkadaşlar anlat diyorlardı; neler söyledi? Anlattım:

    – Şu sıralar Anadolu’ya geçilir, orada teşkilat kurulur, vatan bağımsızlığına kavuşur, millet de özgürlüğüne kavuşurmuş, anladınız mı arkadaşlar. Bu deli değil, zır deliymiş.

    O günlerde, o şartlar içinde istiklal Mücadelesi’ne atılıp Türkiye’yi kurtarmaktan söz edenlere karşı herkes benim gibi düşünürdü. O günlerde böyle düşünen tek adam oydu. Atatürk’ün istanbul’daki Hayatı, Sadi Borak, Kuleli Dergisi, 1996/1, Sayfa: 1-2

    —————————–

    Fransızlar, Almanların Fransa’yı istila etmelerini önlemek için sınıra, o zamanlarda aşılması mümkün görülmeyen, Majino Hattı olarak adlandırılan bir savunma hattı yapmıştı.

    Ankara’da yabancı diplomatların da bulunduğu bir toplantıda Majino hattından söz açılmış; yabancılar bu savunma hattını çok övmüşlerdi.

    Atatürk söylenenleri dinledikten sonra der ki:

    “Nasreddin Hocanın türbesini biliyor musunuz? Cephesi duvarla örülüp kapısına kocaman bir kilit asılmıştır. Fakat üç tarafı tamamıyla açıktır.”

    ikinci Cihan Savaşı’nın başlaması ile birlikte 1939 yılında Alman ordusu, Majino hattını “12 saatte” geçerek Paris’e girer.

    Atatürk’ün bu konudaki uzak ve üstün görüşü doğrulanmış olur.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 30.
    +4
    1935’teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şanghai Meydanı’nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao’nun ilk sözleri: “Ben, Çin’in Atatürk’üyüm“.

    ————————

    Ata, Amasya ziyareti sırasında yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; “Kimdir bu?” Vali yanıt verir; Efendim kendisi Şıh’tır. Yörede çok hatırlısı vardır. Atatürk Şıh’ı yanına çağırır; “Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan” der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh; “Emrin olur Paşam” diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya’daki Şıh’ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh’ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya’dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara’ya yola çıkmış… Şıh gelir Ata’nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka görünüme bürünmüştür. Atatürk’ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata’ya sorarlar; “Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? ” Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; “Dün akşam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh’ı Afyon’a vali atadığımı bildirdim” der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh’a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır; “inancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla…“

    ———————

    • Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz öncesi ettiği dua: “Yarabbi! Sen Türk Ordusunu muzaffer et… Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme Rabbim, Yunanlıların kazandığını gösterme bana! Onlar kazanacaksa, şu gök kubbe benim başıma yıkılsın daha iyi!“

    ————–

    Muhlis Sabahattin istanbul’da Opera ve Operetler oynayan bir kumpanya kurmuş, 1930’lar.. Carmen’i oynuyorlar.. Turneye çıkmışlar.. Trenle.. izmit.. Ful çekmişler.. Oradan Adapazarı.. Havalar bozunca temsil iyi gitmemiş.. Eskişehir tam felaket.. Kar diz boyu, temsil bile yapamamışlar.. Yapamayınca da otelde rehin kalmışlar iyi mi?. Beş lira lazım.. Beş lira da önemli para ha.. Babam anlatırdı.. Bebek Belediye’de 125 kuruşa faça masa donatılıp Müzeyyen dinlendiği günler..
    Kumpanya karalar bağlamış otelde mucize beklerken, haber duyuluyor..
    Atatürk Ankara’dan trene binmiş Eskişehir’e geliyor.. Şapka devrimi, o yıl çıkan ve kadınlarda peçeyi kaldıran kanunla tamamlanmış.. Ata, tanıtmak ve anlatmak için dolaşıyor..
    Muhlis Bey lobide haykırıyor..
    “Atatürk arkadaşım.. Parayı bulduk..”
    Kostüm sandıklarını açıyor.. içinden bir frak çıkarıyor. Giyiyor.. Doğru Eskişehir garına.. Orada görevliler penguen kılıklı adama bakıyorlar.. Biri “Amerikan Sefiri olmalı” diyor.. Yol açıyorlar.. Muhlis Bey en öne geliyor.. Tren gara giriyor.. Vagonun camı iniyor.. Atatürk’ün şapkalı eli gardakileri selamlıyor..
    Sonra, iniyor aşağı, karşılayıcılara teşekkür etmek için..
    Bir bakıyor, karşısında yakın dostu Muhlis Sabahattin..
    Kollarını açıyor.. “Muhlis!..”
    “Kemal!..”
    Sarmaş dolaş oluyorlar..
    Muhlis Bey iki cümleyle özetliyor..
    “Otelde rehin kaldık, Kemal. Beş lira lazım!..”
    Atatürk ceplerini karıştırıyor, cüzdanı açıyor..
    Üç tek lira çıkıyor üzerinden..
    “Üç liram var, Muhlis!..”
    “Beş lira lazım, Kemal..”
    Atatürk yanındaki dört yıldızlı generale dönüyor..
    “iki liran var mı?..
    Paşa ceplerini karıştırıyor ve 1 lira uzatıyor..
    “Bu kadar var paşam..”
    Atatürk “Dört lirayla idare et Muhlis” diyor..
    “Beş lira, Kemal” diyor, Muhlis Bey..
    Atatürk özel kalem müdürüne dönüyor bu defa.. Hasan Rıza Soyak olmalı..
    “Bir lira bul” diyor.. Özel Kalem Müdürü ceplerini karıştırıp, beş kuruşlar, on kuruşlarla bir lirayı denkleştiriyor..
    Atatürk sonunda “Beş Lira”yı Muhlis Sabahattin’e uzatıyor..

    Ali Poyrazoğlu “Ben bu hikayeyi birinci elden dinledim” dedi.. “O kumpanyanın Carmen temsilinde Don Jose’yi canlandıran tenor Celal Sururi’den..”
    Devrin güzelliğine bakar mısınız?.. Hani sövdükleri devrin..
    inanmadınız değil mi?.
    inanılacak gibi değil çünkü..
    Ama Atatürk’ün hangi yaptığı inanılacak gibiydi ki?.
    Onun için “Ata” Türk’tü o!..
    Teşekkürler Atam.. Sana minnet!.. Sana şükran!..
    Hıncal Uluç. Sabah Gazetesi. 19 Mayıs 2012
    Tümünü Göster
    ···
  6. 31.
    +3
    Atatürk Mac Arthur ile olan bir görüşmesinde şöyle diyordu: – “Versay Antlaşması I. Dünya Savaşı’na sebebiyet vermiş olan nedenlerden hiç birini halledemediği gibi, bilakis dünün başlıca rakiplerinin arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirmiştir. Zira galip devletler mağluplara sulh şartlarını zorla kabul ettirirlerken, bu memleketlerin Etnik, Jeopolitik ve iktisadi özelliklerini asla nazarı itibara (dikkate) almamışlar ve sadece intikam hisleri ile hareket etmişlerdir. Böylelikle bu gün içinde yaşadığımız sulh devresi sadece mütarekeden ibaret kalmıştır. Eğer siz Amerikalılar Avrupa işleri ile ilgilenmekten vazgeçmeyerek Wilson’un progrdıbını tatbik etmekte ısrar etseydiniz, bu mütareke devresi uzar ve bir gün devamlı bir sulha müncer olabilirdi, (barışa ulaşılabilirdi) Bence dün olduğu gibi, yarın da Avrupa’nın geleceği Almanya’nın alacağı vaziyete bağlı bulunacaktır. Fevkalade bir dinamizme sahip olan bu 70 milyonluk çalışkan ve disiplinli millet üstelik milli ihtiraslarını kamçılayabilecek siyasi akıma kendisini kaptırdı mı, er geç Versay antlaşmasının tasviyesine gidilecektir.“

    Atatürk Almanya’nın ingiltere ve Rusya hariç olmak üzere bütün Avrupa Kıtasını işgal edebilecek bir orduyu kısa bir zamanda oluşturabileceğini, savaşın 1940-1946 yılları arasında başlayacağını ve sona ereceğini, Fransa’nın ise kuvvetli bir ordu yaratmak için lazım gelen nitelikleri artık kaybettiğini ve ingiltere’nin Adalarını savunmak için bundan sonra Fransa’ya güvenemeyeceğini önceden bildirmiştir.

    O yıllarda Dünya’nın büyük devletleri olarak kabul edilen Amerika, ingiltere ve Fransa’daki yöneticiler I. Dünya Savaşı gibi bir savaşın asla olmayacağını iddia ediyorlardı. Atatürk ise bütün bunların aksine yeni bir dünya savaşının çıkacağını ve bu savaşı da Hitler’in başlatacağını söylüyordu.

    – “Savaşı o başlatacak, insanlığın başına bela olacak” diyordu.

    1938 yılında hastalığının ilerlediği günlerde bile savaşın yakınlaştığını hissediyordu. Gerçi birçok tedbirler almıştı ama onun tek isteği Türkiye Cumhuriyeti’nin bu savaşın dışında kalmasıydı. Tıpkı ittihat ve Terakki Yöneticileri’ni I. Dünya Savaşı’na girmemeleri konusunda uyarması gibi… Onun bu isteğini vefatından sonra ismet inönü gerçekleştirmiştir.

    Açıkça şöyle diyordu: – “Bu harp neticesinde dünyanın vaziyeti ve dengesi baş­tanbaşa değişecektir. işte bu devre esnasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde, başımıza I. Dünya Savaşı’ndan sonra mütareke zamanında ne geldiyse, ondan daha ağırlarının geleceğini görüyorum.“

    Savaşın çıkış tarihini net bir şekilde söylemiş olduğuna şahit olanların sayısı bir hayli fazladır.

    Celal Bayar “Atatürk’ten Hatıralar” kitabında: “Azami üç seneye kadar dünyada bir savaş patlayacağına ve bunun tesirlerinin Türkiye’de yakından duyulacağına ilişkin olarak; Atatürk’e hükümet kanalından hiç bir bilgi verilmemiştir” derken, benim teorimi yani Atatürk’ün geleceği önceden görebildiğini teyid etmektedir.

    Atatürk adeta tüm dünyanın geleceğini okuyordu. Örneğin italya için de şu görüşlere yer vermiştir:

    – “italya Mussolini idaresi altında şüphesiz büyük bir kalkınmaya ve inkişafa (gelişmeye) mazhar olmuştur. Eğer Mussolini müstakbel (gelecekteki) bir harpte italya’nın zahiri (görünen) heybet ve azametinden harp haricinde kalmak suretiyle yeterince yararlanabilirse, sulh masasında da başlıca rollerden birini oynayabilir. Fakat korkarım ki, italya’nın bu günkü şefi, Sezar rolünü oynamak hevesinden kendisini kurtaramayacaktır... “

    ________

    13 Nisan 1934. Edremit’de Ordu Evinde verilen yemekte italya olayları, Mussolini’nin Kara Gömleklileri konuşulurken Mussolini için Atatürk şunları söylemiştir:

    “Mussolini bir maceraperesttir. Milletini bir uçuruma sürüklemektedir. Şunu hatırlatırım ki bir gün gelecek, Mussolini’yi kendi milleti linç edecektir. Bu sözlerimi kehanetime mal etmeyiniz. Bunlar benim kendi görüşlerimdir.”

    Yıl 1945. ikinci Dünya Savaşı son bulmuş; italya mağlup ülkeler arasındadır. Mussolini metresiyle birlikte italya’dan isviçre’ye kaçarken sınırda italyan gençleri tarafından yakalanır. Metresiyle birlikte öldürülür. Her ikisi de ayaklarından asılarak, sallandırılır.

    ____________

    Mussolini bizden izmir’i istiyordu. Rodos’a 40 bin asker yığmıştı. italyan sefiri Povli Çankaya’ya geldi.
    Atatürk sefire: “Söyle o koca herife; o 40 bin askerle izmir’i alamaz ama ben 4 bin Mehmetçik`le Roma’ya girerim!” diye cevap verdi. Münir Hayri Egeli, Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, Ankara 1959, s. 74–75.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 32.
    +2
    1935’teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şanghai Meydanı’nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao’nun ilk sözleri: “Ben, Çin’in Atatürk’üyüm“.

    ————————

    Ata, Amasya ziyareti sırasında yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; “Kimdir bu?” Vali yanıt verir; Efendim kendisi Şıh’tır. Yörede çok hatırlısı vardır. Atatürk Şıh’ı yanına çağırır; “Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan” der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh; “Emrin olur Paşam” diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya’daki Şıh’ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh’ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya’dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara’ya yola çıkmış… Şıh gelir Ata’nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka görünüme bürünmüştür. Atatürk’ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata’ya sorarlar; “Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? ” Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; “Dün akşam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh’ı Afyon’a vali atadığımı bildirdim” der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh’a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır; “inancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla…“

    ———————

    • Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz öncesi ettiği dua: “Yarabbi! Sen Türk Ordusunu muzaffer et… Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme Rabbim, Yunanlıların kazandığını gösterme bana! Onlar kazanacaksa, şu gök kubbe benim başıma yıkılsın daha iyi!“

    ————–

    Muhlis Sabahattin istanbul’da Opera ve Operetler oynayan bir kumpanya kurmuş, 1930’lar.. Carmen’i oynuyorlar.. Turneye çıkmışlar.. Trenle.. izmit.. Ful çekmişler.. Oradan Adapazarı.. Havalar bozunca temsil iyi gitmemiş.. Eskişehir tam felaket.. Kar diz boyu, temsil bile yapamamışlar.. Yapamayınca da otelde rehin kalmışlar iyi mi?. Beş lira lazım.. Beş lira da önemli para ha.. Babam anlatırdı.. Bebek Belediye’de 125 kuruşa faça masa donatılıp Müzeyyen dinlendiği günler..
    Kumpanya karalar bağlamış otelde mucize beklerken, haber duyuluyor..
    Atatürk Ankara’dan trene binmiş Eskişehir’e geliyor.. Şapka devrimi, o yıl çıkan ve kadınlarda peçeyi kaldıran kanunla tamamlanmış.. Ata, tanıtmak ve anlatmak için dolaşıyor..
    Muhlis Bey lobide haykırıyor..
    “Atatürk arkadaşım.. Parayı bulduk..”
    Kostüm sandıklarını açıyor.. içinden bir frak çıkarıyor. Giyiyor.. Doğru Eskişehir garına.. Orada görevliler penguen kılıklı adama bakıyorlar.. Biri “Amerikan Sefiri olmalı” diyor.. Yol açıyorlar.. Muhlis Bey en öne geliyor.. Tren gara giriyor.. Vagonun camı iniyor.. Atatürk’ün şapkalı eli gardakileri selamlıyor..
    Sonra, iniyor aşağı, karşılayıcılara teşekkür etmek için..
    Bir bakıyor, karşısında yakın dostu Muhlis Sabahattin..
    Kollarını açıyor.. “Muhlis!..”
    “Kemal!..”
    Sarmaş dolaş oluyorlar..
    Muhlis Bey iki cümleyle özetliyor..
    “Otelde rehin kaldık, Kemal. Beş lira lazım!..”
    Atatürk ceplerini karıştırıyor, cüzdanı açıyor..
    Üç tek lira çıkıyor üzerinden..
    “Üç liram var, Muhlis!..”
    “Beş lira lazım, Kemal..”
    Atatürk yanındaki dört yıldızlı generale dönüyor..
    “iki liran var mı?..
    Paşa ceplerini karıştırıyor ve 1 lira uzatıyor..
    “Bu kadar var paşam..”
    Atatürk “Dört lirayla idare et Muhlis” diyor..
    “Beş lira, Kemal” diyor, Muhlis Bey..
    Atatürk özel kalem müdürüne dönüyor bu defa.. Hasan Rıza Soyak olmalı..
    “Bir lira bul” diyor.. Özel Kalem Müdürü ceplerini karıştırıp, beş kuruşlar, on kuruşlarla bir lirayı denkleştiriyor..
    Atatürk sonunda “Beş Lira”yı Muhlis Sabahattin’e uzatıyor..

    Ali Poyrazoğlu “Ben bu hikayeyi birinci elden dinledim” dedi.. “O kumpanyanın Carmen temsilinde Don Jose’yi canlandıran tenor Celal Sururi’den..”
    Devrin güzelliğine bakar mısınız?.. Hani sövdükleri devrin..
    inanmadınız değil mi?.
    inanılacak gibi değil çünkü..
    Ama Atatürk’ün hangi yaptığı inanılacak gibiydi ki?.
    Onun için “Ata” Türk’tü o!..
    Teşekkürler Atam.. Sana minnet!.. Sana şükran!..
    Hıncal Uluç. Sabah Gazetesi. 19 Mayıs 2012
    Tümünü Göster
    ···
  8. 33.
    +1
    B. Pakman’ın notu: Bu palavra falan değildir. Büyük insan italyanların savaşçı millet olmadığını biliyordu. Nitekim Libya’da zavallı bedeviler tükeninceye kadar yenilgi üstüne yenilgi aldılar. 2. Dünya savaşında Yunanistan’da rezil oldular. Almanlar o kadar cephede savaşırken mecburen gelip hem italyanları kurtarmak hem de Yunanistanı kendileri işgal etmek zorunda kaldılar.

    —————-

    Atatürk aynı zamanda Amerika’nın geçen savaşta olduğu gibi bu gelecekteki muhtemel savaşta da (II. Dünya Savaşında) tarafsız kalamayacağını ve Almanya’nın ancak Amerikan müdahalesiyle mağlup edilebileceğini de sözlerine ilave edip şöyle devam etmiştir:

    – “Avrupalı devlet adamları başlıca anlaşmazlık konusu olan önemli siyasi meseleleri her türlü milli bencilliklerden uzak ve yalnız toplum yararına uygun olarak son bir gayret ve tam bir iyi niyetle ele almazlarsa, korkarım ki, felaketin önü alınamayacaktır. Zira Avrupa meselesi ingiltere, Fransa ve Almanya arasındaki anlaşmazlıklar problemi olmaktan artık çıkmıştır. Bu gün Avrupa’nın doğusunda bütün medeniyeti ve hatta bütün insanlığı tehdit eden yeni bir kuvvet belirmiştir. Bütün maddi ve manevi imkanlarını topyekûn bir şekilde ihtilali gayesi uğruna seferber eden bu korkunç kuvvet, üstelik Avrupalılar ve Amerikalılar’ca henüz malum olmayan yepyeni siyasi metodlar tatbik etmekte ve rakiplerinin en küçük hatalarında bile mükemmelen istifade etmesini bilmektedir. Rusya’nın yakın komşusu ve bu memleketle çok savaşmış bir millet olarak biz Türkler, orada cereyan eden olayları yakından takip ediyor ve tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan Doğu milletlerinin düşüncelerini mükemmelen istismar ederi, onların milli ihtiraslarını okşayan ve kinlerini tahrik etmesini bilen Bolşevikler yalnız Avrupayı değil, Asyayı da tehdit eden başlıca kuvvet halini almıştır.“

    ……………..

    “Saltanat çürümektedir. Bir gün hep birden çökmesi ihtimali vardır… Almanların, I. Dünya Savaşı’nı kazanması imkansızdır.” Mustafa Kemal’in Halep’ten istanbul’a 20 Eylül 1917’de gönderdiği rapordan bir bölüm.

    ……….

    An­ka­ra… Cum­hu­ri­ye­tin 10. yı­lı… Kut­la­ma­la­rın tü­mü­ne ka­tıl­dı­ğı için yorgun dü­şen Ata­türk, geç sa­at­ler­de An­ka­ra Pa­las Ote­li­’n­de, Baş­ba­kan Şük­rü Ka­ya ve ya­zar Ru­şen Eş­ref Ünay­dı­n’­la soh­bet edi­yor. Ru­şen Eş­ref bir ara “Pa­şam et­raf çok ka­la­ba­lık. Ko­ru­ma­la­rı bi­raz artır­sak mı?” di­ye so­ru­yor. Ata­türk “Ha­yır, ol­maz!” di­yor. “Bu, ic­ra­atın­dan emin ol­ma­yan­la­rın yapaca­ğı iş­tir!”

    ………

    O kadar çok ki.. Hollanda Amsterdam’da ve Yeni Zelanda’nın başkenti Vellington’daki Atatürk anıtları, Romanya Bükreş’te, Kırgızistan ve Kazakistan’da, Venezuella La Plaza Santa Sofia’da, israil’de, Bakü’de, Gence’de Atatürk heykelleri var. Bakü’de ayrıca Atatürk Parkı var. Japonya Kuşiminto’da Atatürk’ün ata binmiş büyük bir heykeli, şehir meydanına konmuş. Roma, Yeni Dehli, Bakü ve birçok ülkenin başkentlerinde, Gence’de Atatürk bulvarları/caddeleri var.

    …….

    Fran­sa Bü­yü­kel­çi­si, Ata­tür­k’­ün ma­sa­sı­na ge­le­rek bir da­vet­te bulunuyor: “Sa­yın Cum­hur­baş­ka­nı, si­zi is­tan­bul ve­ya iz­mir Li­ma­nı­’n­dan Türk Bayrağı çe­kil­miş bir harp ge­mi­siy­le ala­rak, do­nan­ma­mız­la ül­ke­mi­ze zütür­mek is­ti­yo­ruz. Ora­da Fran­sız Or­du­la­rı Baş­ko­mu­ta­nı olarak karşılana­cak­sı­nız!” Ata­tür­k’­ün ce­va­bı ha­zır­dır: “Te­şek­kür ederim mösyö. Böy­le bir ge­zi dü­şün­mü­yo­rum!..” Fran­sız Bü­yü­kel­çi ayrıl­dık­tan son­ra Ata­türk, ma­sa­da­ki­le­rin şaş­kın bakışla­rı ara­sın­da tari­hi konuşma­sı­nı ya­pı­yor: “Bey­ler… Bun­lar bi­ze hâ­lâ Do­ğu­lu gö­züy­le ba­kı­yor­lar. Adam ba­na bir aşiret şey­hi­ni im­ren­di­re­cek tan­ta­na tek­lif edi­yor! Bu efen­di han­gi Batı­lı dev­let ada­mı­na bu tek­li­fi ya­pa­bi­lir? Gülerler ada­ma! Bi­zi hâ­lâ böy­le­si­ne ba­sit şey­ler­le el­de ede­bi­le­cek­le­ri­ni sa­nı­yor­lar. Öğrenemediler bir tür­lü!.. Ama öğ­re­ne­cek­ler, öğ­re­ne­cek­ler! Hay­di Beyler Cum­hu­ri­ye­ti­mi­ze…”

    • * * * *

    Mus­ta­fa Ke­mal, Harp Oku­lu­’n­da sı­nıf ar­ka­da­şı Ali Fu­at’­la (Ce­be­soy) sohbet edi­yor:

    “A­li Fu­at, se­nin Fran­sız­can çok iyi…” “Se­nin de ma­te­ma­ti­ğin Musta­fa…” “O za­man şöy­le ya­pa­lım: Sen ba­na Fran­sız­ca ça­lış­tır, ben de sa­na matematik…” “A­ma se­nin Fran­sız­can da iyi…” “Da­ha iyi ol­ma­lı…” “Tamam Mus­ta­fa, öy­le ol­sun…” “Bi­raz Ma­ke­don­ca bi­li­yo­rum ama Fran­sız­ca, Arap­ça, Al­man­ca ve in­gi­liz­ce de öğ­ren­mek is­ti­yo­rum.” “Baş­ka ne kal­dı ki?..” “Arap­ça bil­me­miz şart! Top­rak­la­rı­mı­zın pek ço­ğu ora­lar. Fran­sız­ca diploma­si di­li…” “Al­man­ca?..” “Al­man­lar ka­dim müt­te­fi­ki­miz de­ğil mi?.. Öğ­ren­mek şart Ali Fu­at… Ben iyi bir ko­mu­tan ola­ca­ğım… iyi bir ko­mu­tan…”
    Tümünü Göster
    ···
  9. 34.
    +2
    Çanakkale Savaşı sonralarında Atatürk’ü Ziyarete gelen Amerikalı General belirli bir süre konuştuktan sonra Türk askerini görmek istediğini Atatürk’e belirtir ve Atatürk’te en yakın askeri kışlaya generali zütürür. Askerler generali törenle karşılarlar (Bugünkü gibi değil tabi savaş koşullarında). General bakar ki askerler bitkin çoğunun üniformaları yırtık paramparça, ayaklarında çoğuna yakınının botları yok olanların ki ise ayak parmakları ve ayaklarının büyük bölümü yırtıklardan dışarı çıkmış, çoğu açlıktan bitkin halde gözüküyor. Daha sonra Amerikalı general sıradaki askerin birine yaklaşır ve omzuna eliyle biraz güç uygular ve asker yere düşer; General Atatürk’ e dönerek şunu söyler: “SiZ ÇANAKKALE ZAFERiNi BU ASKERLERLE Mi KAZANDINIZ ?” Atatürk – “EVET Biz Çanakkale’yi bu askerlerle kazandık” dedikten sonra yere düşen askerin kulağına birşeyler fısıldadıktan sonra General’e askeri tekrar sarsmasını ister. General az önce bitkin bir biçimde yere düşen askeri bütün gücüyle sarsmaya çalışır ama asker kımıldamaz sanki beton bir heykel gibi durur ve çok güçlü bir direnç gösterir. Bunu gören General büyük bir şaşkınlık içinde Atatürk’e sorar: -“Az önce kulağına ne söylediniz ?” Atatürk şunlar söyler : – “ilk başta omuzuna dokunduğunuzda yere düştü çünkü sizi dost olarak biliyordu. ikincisinde ise kulağına sizin bize düşmanımız olduğunu söyledim“.

    ——-

    “Olağanüstü bir devlet adamı. Olağanüstü bir lider. Türkiye’yi baştan yaratan eşsiz bir lider. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dağılan Osmanlı’dan Türkiye’yi yarattı ve modern dünyaya dahil etti. 20.yüzyılın en önemli tarihi kişiliklerinden bence.” Paul Auster. ABD’li roman yazarı, şair ve senarist

    —————

    Ne diyor: “Mustafa Kemal rakı içerdi kaldırıp atalım!” Fatih Sultan Mehmet’de “şarap” içerdi… Orda ses yok!.. Bugün ki hesaplarına dokunmuyor çünkü… Ona “Hazreti Fatih” diyor; Mustafa Kemal’in içtiği rakıların, kadehlerin sayılarını sayarak onu cehennemlik ilan ediyor… Böyle haysiyet paydası düşük bir anlayış olur mu?.. Prof. Yaşar Nuri Öztürk
    ···
  10. 35.
    +1
    1935’teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şanghai Meydanı’nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao’nun ilk sözleri: “Ben, Çin’in Atatürk’üyüm“.

    ————————

    Ata, Amasya ziyareti sırasında yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; “Kimdir bu?” Vali yanıt verir; Efendim kendisi Şıh’tır. Yörede çok hatırlısı vardır. Atatürk Şıh’ı yanına çağırır; “Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan” der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh; “Emrin olur Paşam” diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya’daki Şıh’ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh’ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya’dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara’ya yola çıkmış… Şıh gelir Ata’nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka görünüme bürünmüştür. Atatürk’ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata’ya sorarlar; “Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? ” Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; “Dün akşam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh’ı Afyon’a vali atadığımı bildirdim” der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh’a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır; “inancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla…“

    ———————

    • Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz öncesi ettiği dua: “Yarabbi! Sen Türk Ordusunu muzaffer et… Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme Rabbim, Yunanlıların kazandığını gösterme bana! Onlar kazanacaksa, şu gök kubbe benim başıma yıkılsın daha iyi!“

    ————–

    Muhlis Sabahattin istanbul’da Opera ve Operetler oynayan bir kumpanya kurmuş, 1930’lar.. Carmen’i oynuyorlar.. Turneye çıkmışlar.. Trenle.. izmit.. Ful çekmişler.. Oradan Adapazarı.. Havalar bozunca temsil iyi gitmemiş.. Eskişehir tam felaket.. Kar diz boyu, temsil bile yapamamışlar.. Yapamayınca da otelde rehin kalmışlar iyi mi?. Beş lira lazım.. Beş lira da önemli para ha.. Babam anlatırdı.. Bebek Belediye’de 125 kuruşa faça masa donatılıp Müzeyyen dinlendiği günler..
    Kumpanya karalar bağlamış otelde mucize beklerken, haber duyuluyor..
    Atatürk Ankara’dan trene binmiş Eskişehir’e geliyor.. Şapka devrimi, o yıl çıkan ve kadınlarda peçeyi kaldıran kanunla tamamlanmış.. Ata, tanıtmak ve anlatmak için dolaşıyor..
    Muhlis Bey lobide haykırıyor..
    “Atatürk arkadaşım.. Parayı bulduk..”
    Kostüm sandıklarını açıyor.. içinden bir frak çıkarıyor. Giyiyor.. Doğru Eskişehir garına.. Orada görevliler penguen kılıklı adama bakıyorlar.. Biri “Amerikan Sefiri olmalı” diyor.. Yol açıyorlar.. Muhlis Bey en öne geliyor.. Tren gara giriyor.. Vagonun camı iniyor.. Atatürk’ün şapkalı eli gardakileri selamlıyor..
    Sonra, iniyor aşağı, karşılayıcılara teşekkür etmek için..
    Bir bakıyor, karşısında yakın dostu Muhlis Sabahattin..
    Kollarını açıyor.. “Muhlis!..”
    “Kemal!..”
    Sarmaş dolaş oluyorlar..
    Muhlis Bey iki cümleyle özetliyor..
    “Otelde rehin kaldık, Kemal. Beş lira lazım!..”
    Atatürk ceplerini karıştırıyor, cüzdanı açıyor..
    Üç tek lira çıkıyor üzerinden..
    “Üç liram var, Muhlis!..”
    “Beş lira lazım, Kemal..”
    Atatürk yanındaki dört yıldızlı generale dönüyor..
    “iki liran var mı?..
    Paşa ceplerini karıştırıyor ve 1 lira uzatıyor..
    “Bu kadar var paşam..”
    Atatürk “Dört lirayla idare et Muhlis” diyor..
    “Beş lira, Kemal” diyor, Muhlis Bey..
    Atatürk özel kalem müdürüne dönüyor bu defa.. Hasan Rıza Soyak olmalı..
    “Bir lira bul” diyor.. Özel Kalem Müdürü ceplerini karıştırıp, beş kuruşlar, on kuruşlarla bir lirayı denkleştiriyor..
    Atatürk sonunda “Beş Lira”yı Muhlis Sabahattin’e uzatıyor..

    Ali Poyrazoğlu “Ben bu hikayeyi birinci elden dinledim” dedi.. “O kumpanyanın Carmen temsilinde Don Jose’yi canlandıran tenor Celal Sururi’den..”
    Devrin güzelliğine bakar mısınız?.. Hani sövdükleri devrin..
    inanmadınız değil mi?.
    inanılacak gibi değil çünkü..
    Ama Atatürk’ün hangi yaptığı inanılacak gibiydi ki?.
    Onun için “Ata” Türk’tü o!..
    Teşekkürler Atam.. Sana minnet!.. Sana şükran!..
    Hıncal Uluç. Sabah Gazetesi. 19 Mayıs 2012
    Tümünü Göster
    ···
  11. 36.
    +1
    Gazi, ismet Paşa’yı Eskişehir istasyonunda sevgiyle kucaklar, bağrına basar. Olan biteni ismet Paşa’nın ağzından dinlemek için sabırsızlanmaktadır. ismet Paşa’yı Lozan’dan beri takip etmekte olan yerli ve yabancı basın ordusu da Eskişehir’e gelmiştir.

    Mustafa Kemal ve ismet Paşa yanındakilerle birlikte Eskişehir istasyonundan ayrılırken bir fırsatını bulup yanlarına kadar gelen bir Fransız bayan gazeteci şöyle sorar:

    “-Paşam Lozan Konferansı sırasında çok hararetli ve hırçın görüşmeler oldu. ismet Paşa çok güzel Fransızca bilmesine rağmen çok ağır duyuyor. Ağır duymasından dolayı da söylenenleri dinleyemediği kulaktan kulağa dolaşıyor. Bu arada konferansın ikinci defa açılacağı duyumları var. Şayet konferans ikinci defa açılırsa, ismet Paşa’nın yerine daha iyi duyan ve dinleyen bir kimseyi gönderseniz daha çabuk netice alamaz mısınız?

    Günlerdir bir çocuk sabırsızlığı ile ismet Paşa’yı bekleyen Gazi, o alev alev yanan gözlerini bayan gazeteciye çevirerek şöyle der:

    “Hanımefendi, 600 sene siz söylediniz biz dinledik. Oysa bundan sonra biz söyleyeceğiz siz dinleyeceksiniz. ismet Paşa’nın duyacakları değil söyleyecekleri mühimdir. Konferans açıldığı zaman Lozan’a başdelege olarak tekrar ismet Paşa gidecektir. “

    Konferans ikinci defa açıldığı zaman Türkiye’yi temsilen ismet Paşa Başdelege olarak gene Lozan’daydı ama ingilizler ve Fransızlar kendi delegelerini değiştirmişlerdi.

    ingilizler Lord Curzon’un yerine ingiltere’nin Türkiye eski Büyükelçisi Sir Horas Rumbold’u, Fransızlar ise Bombard’ın yerine General Pelle’yi göndermişti.

    Müttefikler ismet Paşa’nın dediklerini duymuş ve dinlemişler, 24 Temmuz 1924 günü de Türkiye’nin bağımsızlığının belgesi olan LOZAN ANTLAŞMASI’nı imzalamışlardı.” S. Eriş Ülger, Türk Rönesansı ve Anılarda Gazi Mustafa Kemal Atatürk, s. 69-71

    ……………………

    değirmenAlman Kralı II. Frederick 1750 yılında Potsdam’dan geçiyor. Orayı çok beğeniyor ve ‘Bana şuraya bir saray yapın” diyor. Ertesi gün adamları gidip bakıyorlar, Kral’ın beğendiği yerde bir değirmen. Adamlar kapıyı çalıyor, yaşlı değirmenci açıyor.
    – Buyrun?
    – Bizi Kral gönderdi. Burayı görüp çok beğendi, satın alacak. Kaç para?
    – Satmıyorum ki ne parası?
    – Saçmalama Kral istedi.
    – Bana ne. Ben satmadıktan sonra kimse alamaz ki.
    Adamları gelip Kral’a diyorlar ki;
    – Efendim beğendiğiniz yerdeki değirmenci deli. Satmıyorum dedi.
    – Çağırın bakalım bana şu adamı.
    Değirmenci gelip, Kral’ın karşısında duruyor. II. Frederick;
    – Yanlış anladınız herhalde beyefendi, ben satın almak istiyorum orayı. Kaç para?
    – Yoo yanlış anlamadım, adamların da dün bunu söyledi. Satmıyorum!
    – Beyefendi inat etmeyin, paranızı fazlasıyla vereceğim.
    – Sen koskoca kralsın, paran çok. Git Almanya’nın heryerine saray yap. Burayı benden önce babam işletiyordu. Ona da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım. Satmıyorum!
    II. Frederick ayağa kalkıyor;
    – Unutma ki ben Kralım!
    Değirmenci bakıyor ve diyor ki;
    – Asıl sen unutma ki Berlin’de hakimler var!
    Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar kral bile olsa adaletten üstün değildir. Hiçkimse adaletin üstüne çıkamaz. Orada oturamaz. Bugün bütün gelişmiş ülkeler hukuk fakültelerinde bu olayı anlatırlar. “Berlin’de hakimler var!”
    – Potsdam’da Sansosi Sarayı. Saray ve değirmen yanyana. Kral ve değirmenci adaletle komşu oluyor.
    Sabahları II. Frederick arka bahçeye çıktığında değirmenci sesleniyor;
    – Hey Frederick, ekmek yaptım göndereyim mi?
    II. Frederick diyor ki;
    – Adalet her sabah bana, sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi.

    Ve 31 Aralık 1917. Berlin’de bir otelde yılbaşı kutlamaları yapılacak, Osmanlı heyeti var orada. Aralarından biri bu öyküyü anlatıyor. Ve;
    – Hadi Potsdam çok yakın. Gidip adaletin simgesi olan o değirmen ve sarayı yanyana görelim.
    Kimse gelmiyor ve o öyküyü anlatan tek başına kalkıp gidiyor. Herkes yılbaşı kutlarken o gidip adaletin simgesini izliyor uzun uzun. O Mustafa Kemal Atatürk. Sunay Akın’dan

    …………………

    ”Mustafa Kemal’in mirlivaliğa (tümgeneral) terfi iradesi cebimdedir. ama siz onu bilmezsiniz. O hiç bir şeyle memnun olmaz. General olur, korgenerallik ister. Korgeneral olur, orgenerallik ister. Orgeneral olur, müşirlik (mareşallik) ister. Müşir yaparsınız, bununla da yetinmez, padişahlik ister“ Enver Paşa

    Enver Paşa’nın bu sözleri aktarıldığında Mustafa Kemal şöyle der:

    “Ben Enver’in bu kadar zeki ve ileri görüşlü olduğunu bilmezdim…‘‘ Vehbi Vakkasoğlu, Son Bozgun, Cilt I, s. 144

    —————————

    Atatürk’ün Yaveri Muzaffer Kılıç anlatıyor;

    Bir gün Atatürk’le beraber Abidinpaşa’dan gelip Samanpazarı yoluyla Ulus’a geçiyorduk.

    O zamanlar Samanpazarı’nda bulunan üç beş dükkandan birisi Ali Efendi isimli kitapçıya aitti. Kitapçı dükkanının kepenklerinde, nefis bir halı asılmış duruyordu. Harp yıllarının sonu olduğundan hiçbir yerde, hele Ankarada böyle güzel bir şey görmek pek şaşırtıcı olduğu için bu halı Atatürk’ün de dikkatini çekti. Hemen arabayı durdurup indik.

    Beraberce dükkana yürüdük. Kitapçı, Ata’yı görünce, buyurun Paşam diyerek heyecanla bir emri olup olmadığını sordu. Paşa da bu halıyı çok güzel bulduklarını ifade ettiler. Kitapçı;

    – “Paşam, bu halı bir müşterimin. Paraya ihtiyacı olmuş, satılması için
    bana bıraktılar. Benimle bir ilgisi yok” dedi.

    Atatürk, böyle güzel bir halının çok kıymetli olduğunu, bunu halı sahibinin
    nereden almış olabileceğini öğrenmek istediler. Kitapçı ezile büzüle;

    – “Paşam, emanet koyan isminin söylenmemesini özellikle rica ettiler,
    müsaade ederseniz ismini söylemeyeyim” dedi.

    Bu sefer Atatürk daha çok merak edip;

    – “Çocuk, belki halıyı almak isteyeceğiz. Kimin ve kaça olduğunu öğrenmek isteriz” dediler.

    Kitapçı;

    – “Paşam 40 lira istemişlerdi” deyip yine halı sahibinin ismini vermedi.
    Atatürk halı sahibini iyice merak edip ısrar edince de, kitapçı istemeyerek
    ve sıkılarak;

    – “Abdülhalim Çelebi Hazretlerinin Paşam” dedi.

    Abdülhalim Efendi, Mevlana sülalesinden gelmiş, Konya milletvekili olarak Mecliste görev yapıyordu. Kapısı herkese daima açık, cömert, gayet güzel konuşan, Mevlevi kalpağı ile gezen, akıllı, sevimli, hoş sohbet, özü sözü doğru bir kişiydi.

    Atatürk, bu cevabı alınca çok duygulandı ve bana dönerek dükkana 40 lira
    bırakmamı emretti.

    Hemen parayı bıraktım. Kitapçı halıyı koşarak indirip paket yapmaya koyuldu.

    Bu arada Atatürk, Abdülhalim Efendi’nin kişiliğinden övgüyle bahsederek;

    – “Abdülhalim Efendi, evde halısını satacak kadar parasız kalıyor ama,
    kapısını kimseye kapamıyor” diyerek onu övdü. Sonra da kitapçıya dönerek;

    – “Bana bak, halıyı biz alıyoruz. Fakat halıyı Abdülhalim Efendi’nin evine
    yollayınız, biz oradan aldırırız. Akşamüzeri de kendilerine bir kahve içmek için geleceğimizi söyleyiniz.” dediler. Kitapçı bu davranışa şaşırmış bize bakarken, arabaya binip uzaklaştık.

    Aynı akşam Abdülhalim Efendi’nin evine gittik. Kendisi bizi avlu kapısında
    karşıladı.

    Eve girince baktım halı, kapı arkasında paketli olarak duruyordu. Mütevazı
    evinde minderlere oturuldu, kahveler içildi.

    Abdülhalim Efendi;

    – “Paşam halıyı almışsınız. Fakat halı evime geri geldi. Müsaade ederseniz, arabanıza koyduralım.” dedi.

    Atatürk de;

    – “Abdülhalim Efendi halı yine bizim olsun. Biz arada sırada sana kahve
    içmeye geldikçe onun üzerinde kahvemizi içeriz.” diyerek halıyı açtırdılar
    ve odaya serdirdiler.

    Kahveler içildi ve sohbet edildi. Giderken Abdülhalim Efendi yine bizi
    kapıya kadar uğurlayarak;

    – “Paşam eğer müsaadeniz olursa halıyı…” derken Atatürk sözünü keserek mütebessim;

    – “Abdülhalim Efendi, onu sana emaneten bırakıyoruz. Her gelmemizde onu burada görmek ve üzerinde oturmak isteriz.” diyerek veda edip ayrıldılar. Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar. Prof. Yurdakul Yurdakul
    Tümünü Göster
    ···
  12. 37.
    +1
    Dünya’da bir devlet başkanı adını taşıyan tek çiçek atatürk çiçeğidir. Bu çiçeğin adını, çiçeği bulan Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landin’in koyduğu, tüm dünyada bu isimle üretilip satılmakta olduğu söylenmektedir. Ancak bu konuda tam mutabakat bulunmamaktadır. Kesin olarak bilinen Atatürk’ün bu çiçeğin Türkiye’de yetiştirilmesinde gösterdiği özen ve gayrettir.

    ——————————

    Atatürk, Sofya’ya askeri ataşe olarak gönderilir. Bulgaristan henüz 5 yıllık bir ülkedir. Üzgündür Atatürk istanbul’dan gittiği için. Bir pastahane vardır Sofya’da. Diplomatik erkan, genel olarak o pastahanede kahvaltı yapmaktadır. Atatürk de orada yapar kahvaltılarını.
    Bir sabah bir köylü girer pastahaneye. Bohçası vardır yanında, bırakır bir masanın yanına, oturur. Bir garson gelir, köylü süt ve kek ister. Garson ise köylünün pastahaneden ayrılmasını ister. itiraz eder köylü. Birkaç garson daha gelip tekrarlarlar dışarı çıkmasını.
    Köylü öfkelenir ve bağırmaya başlar. “Senin sattığın sütü ben üretiyorum, senin sattığın pasta, börek, çöreğin ununu ben üretiyorum.
    ···
    1. 1.
      0
      bir yer
      ···
  13. 38.
    +1
    Yıl 1924, aylardan Haziran, Cumhuriyetimiz kurulalı 8 ay olmuş. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (henüz soyadıkanunu çıkmamış) ve bir avuç arkadaşı, birbiri ardına yapacakları devrimlerin ön hazırlığını yapmakla uğraşıyorlar.
    Köşk’den baş yaver Salih Bozok bey beni arıyor ve “Gazi”nin beni derhal görmek istediğini söylüyor. Acele ile Çankaya’ya Köşk’e gidiyorum ve çalışma odasında masası başında oturan “Gazi”nin karşısına geçiyorum. “Otur çocuk” diyor ve bana bir
    evrak uzatıyor. “Sesli oku çocuk!!!” diyor.
    Evrak bir mektup. Sol üst köşesinde Fransızca yazılmış, “Sovyet ve Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Genel Sekreterliği” amblemi var. Mektup tercümesi
    şöyle:
    “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine.”
    Bizler dost ve kardeş S.S.C.B., siz sayın cumhuriyetinize kuruluşunuzun 1.nci yıl dönümünde bir armağan vermek istiyoruz. Moskova Devlet Senfoni Orkestrası ve Korosu’nu Beethowen’in 9. Senfonisini seslendirmek üzere, günü tarafınızca belirlenen bir tarihte, Ankara’ya yollamak istiyoruz.
    Bu armağanımızı kabul ederseniz kıvanç duyacağız.
    Hürmetlerimle,
    Vladimir Ilyich Lenin
    Genel Sekreter“

    Bu mektubu okuyunca çok heyecanlandım, ve düşünmeden “Paşam, bu fırsatı kaçırmayalım” dedim. Mustafa Kemal Paşa bir an düşündü ve “Çocuk, bu konseri nerede vereceğiz. Park’ta olmaz, kapalı konser salonumuz ‘yok’” dedi.
    Bende “Paşam, müsaade ederseniz, Cebeci deki Halkevi’nin iç mekanını bu konsere uygun düzenleyelim ve konseri orada verelim” dedim.
    Paşa “Tüm sorumluluğu üstüne alıyor musun” diye sordu. Bende ‘evet’ deyince; Salih Bey’e döndü, “Maarif Vekilini ara, Cevat Memduh’u ona gönderelim, gerekli hazırlıklar yapılsın; 30 Ekim 1924 akşamı bu konseri Ankara’da dinlemek istediğimizi, resmi bir yazı ile Lenin’e bildirelim” dedi.
    Ben eteklerim zil çalarak, ama biraz da endişeli, Köşk’ten ayrıldım. Halkevinin taş duvarları keten örtüler ile kaplandı, orkestra ve koronun yer alacağı, ahşap platform inşa edildi. Birde, girişin hemen üstüne ahşaptan merdivenle çıkılan bir cumhurbaşkanlığı locası inşa edildi.

    Büyük bir heyecanla, konser gününü beklemeye başladık. 100 küsur kişiden oluşan bu orkestra ve koro elemanları, gruplara ayrılarak Ankaralıların evlerinde misafir edildi. Çünkü kalacak otel yoktu.
    Biz konser gününü beklerken, Salih Bey tekrar beni aradı ve “Gazi”nin yanında konseri izleyeceğimi bana bildirdi. Konsere, tüm yabancı elçilik mensupları, tüm bakanlar ve millet vekilleri, orkestra üyelerini misafir eden Ankaralı aileler ve bir miktar basın mensubu davetli idiler.
    Ben Gazi Paşa ile Cumhurbaşkanlığı locasına geçerken, tüm orkestra ve korosu ayağa kalktı ve bizim istiklal Marşımızı 4 sesle söylediler.
    Ben Paşa’nın irkildiğini ve gözlerinin dolduğunu fark ettim. Neyse herkes tekrar yerine oturdu ve çok başaralı bir konser dinledik.
    Konserden sonra verilen resepsiyonda, Salih Bey bana uzaktan işaret etti ve ben tekrar Gazi Paşa”nın yanına gittim.
    “Çocuk, derhal pasaportunu hazırla! Fransa’ya gidiyorsun” dedi. Ben “Paşam niçin gidiyorum” deyince, “ Bak oğlum, taşıma su ile değirmen dönmez. Sen şimdi Fransa’da gerekli müzik eğitmenlerini ikna edeceksin ve onları Ankara’ya davet edeceksin. Biz burada konservatuarı kuracağız ve eğitimli müzisyenler yetiştireceğiz” dedi.

    Bu öykünün sonrasını hepiniz biliyorsunuz: Mugibi Muallim Mektebi’nin konservatuara dönüştürülmesi, Riyaseti Cumhur Orkestrasının kurulması, Opera Binası’nın açılması; orkestranın çeşitli il ve ilçelerde klagib müzik konserleri vermesi ve halkımızın yavaş yavaş kulağının bu tip müziğe uyum göstermesi.

    Bu gerçek öykü yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir devrime ışık tutan ve yol açan bir öyküdür. Bu öyküyü bizzat yaşamış rahmetli müzikolog Cevat Memduh Altar’dan defalarca dinledim. Selçuk Şahin.

    ……………………..

    Atatürk 1922’de Bursa’da kendisini karşılayan çocuklara diyor ki:
    “Küçük hanımlar, küçük beyler!
    Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız!
    Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz.
    Kendinizin ne kadar mühim, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız.
    Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!”

    …………………………

    “…Mustafa Kemal’de hayran olduğum iki olağanüstü nitelik var. Biri alev gibi parlayan yurt sevgisi; öteki, eserine mutlak bir mantık ve birlik sağlayan özgüven… Bir tek adam her şeyi tasarlamış, her şeyi gerçekleştirmiştir. O’nun kazandığı ün ve gördüğü saygının yüceliği ve eşsizliği kolayca anlaşılır……Sizlere şunu söylemek isterim ki; Mustafa Kemal’e katip olmak isterdim. Sebebi de, O’nun her akşam sofrasında bulunup, yüksek fikirleriyle beslenmek dileğinde oluşumdur. Böylece her akşam üniversite bitirmiş olacaktım. Çünkü Mustafa Kemal ile bir saat sohbet etmek bir üniversite bitirmek kadar değerlidir…” EDOUARD HERRiOT. Fransa eski Başbakanı

    —————————-

    Necmettin Sadak Atatürk’e sorar:

    -Madem ki bu meclis Cumhuriyet ilan etmeye kendisini selahiyetli gördü; o halde başka bir meclis bir gün meşrutiyet ilan ederse ne yaparsınız?

    -Olabilir. Fakat hepsini sopa ile kovalarım.”

    …………………………..

    “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.”

    “Geldikleri gibi giderler”

    “Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar.”

    “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.“

    “Türk Milleti bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı varolmalarının yegane koşulu olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. Bu millet hiçbir zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.”

    “Egemenlik verilmez, alınır”

    “Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir”

    “Ne mutlu Türk’üm diyene!”

    “Yurtta sulh, cihanda sulh!“

    kaynak: https://bpakman . wordpress.com/ataturk/ataturk-hakkinda/
    Tümünü Göster
    ···
  14. 39.
    +1
    https://bpakman . wordpress.com/ataturk/ataturk-hakkinda/
    ···
  15. 40.
    +1
    1935’teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şanghai Meydanı’nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao’nun ilk sözleri: “Ben, Çin’in Atatürk’üyüm“.

    ————————

    Ata, Amasya ziyareti sırasında yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; “Kimdir bu?” Vali yanıt verir; Efendim kendisi Şıh’tır. Yörede çok hatırlısı vardır. Atatürk Şıh’ı yanına çağırır; “Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan” der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh; “Emrin olur Paşam” diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya’daki Şıh’ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh’ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya’dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara’ya yola çıkmış… Şıh gelir Ata’nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka görünüme bürünmüştür. Atatürk’ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata’ya sorarlar; “Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? ” Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; “Dün akşam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh’ı Afyon’a vali atadığımı bildirdim” der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh’a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır; “inancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla…“

    ———————

    • Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz öncesi ettiği dua: “Yarabbi! Sen Türk Ordusunu muzaffer et… Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme Rabbim, Yunanlıların kazandığını gösterme bana! Onlar kazanacaksa, şu gök kubbe benim başıma yıkılsın daha iyi!“

    ————–

    Muhlis Sabahattin istanbul’da Opera ve Operetler oynayan bir kumpanya kurmuş, 1930’lar.. Carmen’i oynuyorlar.. Turneye çıkmışlar.. Trenle.. izmit.. Ful çekmişler.. Oradan Adapazarı.. Havalar bozunca temsil iyi gitmemiş.. Eskişehir tam felaket.. Kar diz boyu, temsil bile yapamamışlar.. Yapamayınca da otelde rehin kalmışlar iyi mi?. Beş lira lazım.. Beş lira da önemli para ha.. Babam anlatırdı.. Bebek Belediye’de 125 kuruşa faça masa donatılıp Müzeyyen dinlendiği günler..
    Kumpanya karalar bağlamış otelde mucize beklerken, haber duyuluyor..
    Atatürk Ankara’dan trene binmiş Eskişehir’e geliyor.. Şapka devrimi, o yıl çıkan ve kadınlarda peçeyi kaldıran kanunla tamamlanmış.. Ata, tanıtmak ve anlatmak için dolaşıyor..
    Muhlis Bey lobide haykırıyor..
    “Atatürk arkadaşım.. Parayı bulduk..”
    Kostüm sandıklarını açıyor.. içinden bir frak çıkarıyor. Giyiyor.. Doğru Eskişehir garına.. Orada görevliler penguen kılıklı adama bakıyorlar.. Biri “Amerikan Sefiri olmalı” diyor.. Yol açıyorlar.. Muhlis Bey en öne geliyor.. Tren gara giriyor.. Vagonun camı iniyor.. Atatürk’ün şapkalı eli gardakileri selamlıyor..
    Sonra, iniyor aşağı, karşılayıcılara teşekkür etmek için..
    Bir bakıyor, karşısında yakın dostu Muhlis Sabahattin..
    Kollarını açıyor.. “Muhlis!..”
    “Kemal!..”
    Sarmaş dolaş oluyorlar..
    Muhlis Bey iki cümleyle özetliyor..
    “Otelde rehin kaldık, Kemal. Beş lira lazım!..”
    Atatürk ceplerini karıştırıyor, cüzdanı açıyor..
    Üç tek lira çıkıyor üzerinden..
    “Üç liram var, Muhlis!..”
    “Beş lira lazım, Kemal..”
    Atatürk yanındaki dört yıldızlı generale dönüyor..
    “iki liran var mı?..
    Paşa ceplerini karıştırıyor ve 1 lira uzatıyor..
    “Bu kadar var paşam..”
    Atatürk “Dört lirayla idare et Muhlis” diyor..
    “Beş lira, Kemal” diyor, Muhlis Bey..
    Atatürk özel kalem müdürüne dönüyor bu defa.. Hasan Rıza Soyak olmalı..
    “Bir lira bul” diyor.. Özel Kalem Müdürü ceplerini karıştırıp, beş kuruşlar, on kuruşlarla bir lirayı denkleştiriyor..
    Atatürk sonunda “Beş Lira”yı Muhlis Sabahattin’e uzatıyor..

    Ali Poyrazoğlu “Ben bu hikayeyi birinci elden dinledim” dedi.. “O kumpanyanın Carmen temsilinde Don Jose’yi canlandıran tenor Celal Sururi’den..”
    Devrin güzelliğine bakar mısınız?.. Hani sövdükleri devrin..
    inanmadınız değil mi?.
    inanılacak gibi değil çünkü..
    Ama Atatürk’ün hangi yaptığı inanılacak gibiydi ki?.
    Onun için “Ata” Türk’tü o!..
    Teşekkürler Atam.. Sana minnet!.. Sana şükran!..
    Hıncal Uluç. Sabah Gazetesi. 19 Mayıs 2012
    Tümünü Göster
    ···
  16. 41.
    0
    FAL GÜNAH
    ···
  17. 42.
    -1
    Ey büyük atam
    Sen kalkta ben yatam

    Edit:çeomare ler çüğülemiş yine
    ···
  18. 43.
    0
    çok kaliteli olmuş
    ···
  19. 44.
    0
    yaz kardeş yaz
    ···
  20. 45.
    0
    bu adamın her başlığı tutuyo âq
    ···