+1
-1
o gece dolunay vardı. ceylin'le güvertede yan yana oturmuş ayaklarımızı sarkıtmıştık. hiç konuşmadan ellerimiz omuzlarımızda ayın, denizdeki yansımasına seyrediyorduk. zaman kavramı adeta yokolmuş, sonsuzluğu yaşıyorduk. birbirimizin nefes alış verişini hissediyorduk. ceylin hala şaşkındı böyle bir şey beklemediği sessiz durmasından belliydi. sessizliği bu sefer bozan ben oldum.
+en azından doğum günümde seninle aramızda hiç kimse, hiçbir duvar hiçbir mesafe kalmasın istedim ceylin
-ben bunu her zaman istiyorum metehan
+bu bir başlangıç, birkaç yıl sonra sadece ikimiz olacağız ceylin
-umarım metehan
+sen sen bambaşkasın ceylin; sesin, kokun, gözlerin, karakterin senin yerini bütün dünyayı bile verseler doldurulamaz
-synısı senin içinde geçerli metehan
+haydi gel içeri geçelim
içeri girdiğimizde (kamara) ceylin ufak bir çığlık attı. her yer kırmızı güllerle döşenmişti, kenarda bir şişe jack daniels ve bir kağıda yazılmış mektupg duruyordu; ceylin kağıdı alıp sesli bir şekilde okumaya başladı:
''güzel başlangıçlar iyi yazarlar içindir. defalarca ne yazacaklarını hesaplayıp dururlar. bir müziğin ilk notasını bekleyen müzisyenler gibi uzun bir süre bekleyip dururlar. gelirse ne güzel gelmezse iyi bir başlangıç olmaz zaten değil mi?
iyi yazarlar düşünerek yazabilirler elbet ama ben çalakalem yazıyorum, düşünmeden, hesap etmeden, hiç bir kurala ve gramere uymadan. aklın dile gelmek istediğinde uyduğu katı bir grameri vardır muhakkak. ama kalp hiç bir grameri kabul etmiyor işte. aklıma ne geldiyse kalbimden. ve kalbime ne gelirse de senden. hesapsız, kurgusuz, tereddütsüz yazıyorum işte. kalbime gelenleri döküyorum 19. yaş günüme girerken bu sayfaya. bende sevdiğini her şeyden daha fazlasına layık gören bir aşığın aptallığıyla sana dünyanın en güzel aşk mektubunu yazmak isterdim ya da en azından bunu söyleyerek böyle bir mektubun yaratacağı etkiye benzer bir etki yaratmayı umardım. ama böyle mübalağılı sıfatlarla anılan bir aşk mektubu , görkemli, tamruraklı, gerçekten çok hayale yakın bir isimden ve payeden başka nedir ki?
hem sormak lazım, hangi dünyanın en güzel aşk mektunu diye. yüzlerce, binlerce farklı dünya yok mu? ya da bu 'en güzellik' nereden aşktan mı, mektuptan mı yoksa dünyadan mı? dünya nedir, ne kadardır, ne zamandır? içinde 'aşk' olan bir cümlenin sorusu sorulabilir mi? dadayla, enle nitelenebilir mi aşk? bütün bu sorularla daha da uzaklaşan ve anlamsızlaşan o büyülü payeye itibar etmeden, sana dünyanın (senin dünyanın elbette) en güzek aşk mektubunu yazmayı isterdim desem belki de daha manalı bir söz söylemiş olurdum? o halde söylüyorum işte. hem bakarsın böyle bir yüze isteğin çiçeklendiği kalbimib, senin güneşinin bereketlenen topraklarında daha da serpilen bir sevgi sayesinde o iki egoist kelime olan 'dünyanın' ve 'dünyamın' utanırlarda sonsuza kadar dünyamız olurlar.
sevmek, kalbin serin kıyılarında sabah akşan dolaşmak, ruhu bir güvercine emanet edip ardından şefkatli anneler gibi endişelenmek demek. sevmek, başı ve sonu olan anların birbirlerine ilmiklenmesiyle oluşan sonsuz dinlenmek demek; sevmek bir yokluk talimi, yamalı ve eski bir battaniyenin içinde ısınan iki üşümüş kalp gibi...
sevmek geniş zamanların kıyısında açan yabani bir çiçwk. geömişin ve geleceğin umursamadığı, nefsin yokluklarla terbiye edildiği zamanların ayini.
bir ayın ki kutlandığı ölçüde kalbi sevdiğine yakınlaştırmakta ve sevgisini ziyadesiyle artırmakta..
dünyanın en bet, en bulanık, en fazla ırzına geçilmiş sözünü de tüm şefkatiyle dua olarak kabul etmekte ve onu söylediklerinde bir kutlu söz mesabesine, göğün en bakir bahçelerine yükselmekte..
seni seviyorum şifalı bir söz gibi.. ezberlenen bir ayet gibi... ruhu gıdıklayan bir sır gibi... öyle ki her söylendiğinde içinizde kurulan sevgiden otağların sıcaklığı ile bir hoş olursunuz. öyle ki her söylediğinde sihirli bir sözcüğün söylenmesini bekleyen kalbinizin hazinelerle dolu bir mağarasının açıldığına şahit olursunuz. sonra içimizde altından bir denize doğru döküeni gümüş dilli bir masal olur hayat.
o halde, tüm üçünce tekil şahıs işaretlerini kaldırıp aradan, grameri reddedip, tırnakları ve apostrafları görmezden gelerek, bu cümlenin kanlı yalanlı tarihine aldırmayıp, nice gönül hırsızlarının yaptıkları ahlaksızlıklara itibar etmeden, üzerime senin o sevdiğin çocuğu giyini, hatta bu huysuz, kibirli ve yabani olmaktan keyif alan insanı soyunup üzerimden bunca gurbet yeter diyerek memleketine dönmeye niyet eden derviş gibi, geçen günler de ettiğim kelamlardan nadim, senin en güzel hatıralarınla süslenen hayat havuzunda kutlu bir sabah vakti arınarak, memleketim olan kalbine yönelip seviyorum seni.
çocukça bir muziple kutlu bir duanın kelimelerinde yer değişikliği yaptığında kutsallığından bir şey mi kaybeder sanıyorsun? hayır. nasıl ki neydeki ses kamıştan değil yürekten ise bu cümledeki büyü de senin kalbine iştiyak besleyen kalbimden neşet ediyor.''
ceylin mektubu okurken gözlerinden yaşlar süzülüyordu. okumayı bitirip göz göze geldiğimizde hıçkıra hıçkıra ağlamayı başladı ve metehan diyerek bana sarıldı. o kadar kuvvetli sarılmıştı ki, hiç bırakmaya niyeti yok gibiydi. o gece dünyalarımız tekrar birleşti ve bedenlerimizin birbirine sunduğu hediyeler sonucu bizim kanımızda, bizim canımızdan olacak bir varlığın tohumları atıldı...
Tümünü Göster