/i/Tarih

''Tarih bir meslektir, bir hobi, gevezelik, anekdot ya da asparagas değildir.'' (Pierre Goubert)
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 26.
    +1
    Gazi, ismet Paşa’yı Eskişehir istasyonunda sevgiyle kucaklar, bağrına basar. Olan biteni ismet Paşa’nın ağzından dinlemek için sabırsızlanmaktadır. ismet Paşa’yı Lozan’dan beri takip etmekte olan yerli ve yabancı basın ordusu da Eskişehir’e gelmiştir.

    Mustafa Kemal ve ismet Paşa yanındakilerle birlikte Eskişehir istasyonundan ayrılırken bir fırsatını bulup yanlarına kadar gelen bir Fransız bayan gazeteci şöyle sorar:

    “-Paşam Lozan Konferansı sırasında çok hararetli ve hırçın görüşmeler oldu. ismet Paşa çok güzel Fransızca bilmesine rağmen çok ağır duyuyor. Ağır duymasından dolayı da söylenenleri dinleyemediği kulaktan kulağa dolaşıyor. Bu arada konferansın ikinci defa açılacağı duyumları var. Şayet konferans ikinci defa açılırsa, ismet Paşa’nın yerine daha iyi duyan ve dinleyen bir kimseyi gönderseniz daha çabuk netice alamaz mısınız?

    Günlerdir bir çocuk sabırsızlığı ile ismet Paşa’yı bekleyen Gazi, o alev alev yanan gözlerini bayan gazeteciye çevirerek şöyle der:

    “Hanımefendi, 600 sene siz söylediniz biz dinledik. Oysa bundan sonra biz söyleyeceğiz siz dinleyeceksiniz. ismet Paşa’nın duyacakları değil söyleyecekleri mühimdir. Konferans açıldığı zaman Lozan’a başdelege olarak tekrar ismet Paşa gidecektir. “

    Konferans ikinci defa açıldığı zaman Türkiye’yi temsilen ismet Paşa Başdelege olarak gene Lozan’daydı ama ingilizler ve Fransızlar kendi delegelerini değiştirmişlerdi.

    ingilizler Lord Curzon’un yerine ingiltere’nin Türkiye eski Büyükelçisi Sir Horas Rumbold’u, Fransızlar ise Bombard’ın yerine General Pelle’yi göndermişti.

    Müttefikler ismet Paşa’nın dediklerini duymuş ve dinlemişler, 24 Temmuz 1924 günü de Türkiye’nin bağımsızlığının belgesi olan LOZAN ANTLAŞMASI’nı imzalamışlardı.” S. Eriş Ülger, Türk Rönesansı ve Anılarda Gazi Mustafa Kemal Atatürk, s. 69-71

    ……………………

    değirmenAlman Kralı II. Frederick 1750 yılında Potsdam’dan geçiyor. Orayı çok beğeniyor ve ‘Bana şuraya bir saray yapın” diyor. Ertesi gün adamları gidip bakıyorlar, Kral’ın beğendiği yerde bir değirmen. Adamlar kapıyı çalıyor, yaşlı değirmenci açıyor.
    – Buyrun?
    – Bizi Kral gönderdi. Burayı görüp çok beğendi, satın alacak. Kaç para?
    – Satmıyorum ki ne parası?
    – Saçmalama Kral istedi.
    – Bana ne. Ben satmadıktan sonra kimse alamaz ki.
    Adamları gelip Kral’a diyorlar ki;
    – Efendim beğendiğiniz yerdeki değirmenci deli. Satmıyorum dedi.
    – Çağırın bakalım bana şu adamı.
    Değirmenci gelip, Kral’ın karşısında duruyor. II. Frederick;
    – Yanlış anladınız herhalde beyefendi, ben satın almak istiyorum orayı. Kaç para?
    – Yoo yanlış anlamadım, adamların da dün bunu söyledi. Satmıyorum!
    – Beyefendi inat etmeyin, paranızı fazlasıyla vereceğim.
    – Sen koskoca kralsın, paran çok. Git Almanya’nın heryerine saray yap. Burayı benden önce babam işletiyordu. Ona da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım. Satmıyorum!
    II. Frederick ayağa kalkıyor;
    – Unutma ki ben Kralım!
    Değirmenci bakıyor ve diyor ki;
    – Asıl sen unutma ki Berlin’de hakimler var!
    Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar kral bile olsa adaletten üstün değildir. Hiçkimse adaletin üstüne çıkamaz. Orada oturamaz. Bugün bütün gelişmiş ülkeler hukuk fakültelerinde bu olayı anlatırlar. “Berlin’de hakimler var!”
    – Potsdam’da Sansosi Sarayı. Saray ve değirmen yanyana. Kral ve değirmenci adaletle komşu oluyor.
    Sabahları II. Frederick arka bahçeye çıktığında değirmenci sesleniyor;
    – Hey Frederick, ekmek yaptım göndereyim mi?
    II. Frederick diyor ki;
    – Adalet her sabah bana, sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi.

    Ve 31 Aralık 1917. Berlin’de bir otelde yılbaşı kutlamaları yapılacak, Osmanlı heyeti var orada. Aralarından biri bu öyküyü anlatıyor. Ve;
    – Hadi Potsdam çok yakın. Gidip adaletin simgesi olan o değirmen ve sarayı yanyana görelim.
    Kimse gelmiyor ve o öyküyü anlatan tek başına kalkıp gidiyor. Herkes yılbaşı kutlarken o gidip adaletin simgesini izliyor uzun uzun. O Mustafa Kemal Atatürk. Sunay Akın’dan

    …………………

    ”Mustafa Kemal’in mirlivaliğa (tümgeneral) terfi iradesi cebimdedir. ama siz onu bilmezsiniz. O hiç bir şeyle memnun olmaz. General olur, korgenerallik ister. Korgeneral olur, orgenerallik ister. Orgeneral olur, müşirlik (mareşallik) ister. Müşir yaparsınız, bununla da yetinmez, padişahlik ister“ Enver Paşa

    Enver Paşa’nın bu sözleri aktarıldığında Mustafa Kemal şöyle der:

    “Ben Enver’in bu kadar zeki ve ileri görüşlü olduğunu bilmezdim…‘‘ Vehbi Vakkasoğlu, Son Bozgun, Cilt I, s. 144

    —————————

    Atatürk’ün Yaveri Muzaffer Kılıç anlatıyor;

    Bir gün Atatürk’le beraber Abidinpaşa’dan gelip Samanpazarı yoluyla Ulus’a geçiyorduk.

    O zamanlar Samanpazarı’nda bulunan üç beş dükkandan birisi Ali Efendi isimli kitapçıya aitti. Kitapçı dükkanının kepenklerinde, nefis bir halı asılmış duruyordu. Harp yıllarının sonu olduğundan hiçbir yerde, hele Ankarada böyle güzel bir şey görmek pek şaşırtıcı olduğu için bu halı Atatürk’ün de dikkatini çekti. Hemen arabayı durdurup indik.

    Beraberce dükkana yürüdük. Kitapçı, Ata’yı görünce, buyurun Paşam diyerek heyecanla bir emri olup olmadığını sordu. Paşa da bu halıyı çok güzel bulduklarını ifade ettiler. Kitapçı;

    – “Paşam, bu halı bir müşterimin. Paraya ihtiyacı olmuş, satılması için
    bana bıraktılar. Benimle bir ilgisi yok” dedi.

    Atatürk, böyle güzel bir halının çok kıymetli olduğunu, bunu halı sahibinin
    nereden almış olabileceğini öğrenmek istediler. Kitapçı ezile büzüle;

    – “Paşam, emanet koyan isminin söylenmemesini özellikle rica ettiler,
    müsaade ederseniz ismini söylemeyeyim” dedi.

    Bu sefer Atatürk daha çok merak edip;

    – “Çocuk, belki halıyı almak isteyeceğiz. Kimin ve kaça olduğunu öğrenmek isteriz” dediler.

    Kitapçı;

    – “Paşam 40 lira istemişlerdi” deyip yine halı sahibinin ismini vermedi.
    Atatürk halı sahibini iyice merak edip ısrar edince de, kitapçı istemeyerek
    ve sıkılarak;

    – “Abdülhalim Çelebi Hazretlerinin Paşam” dedi.

    Abdülhalim Efendi, Mevlana sülalesinden gelmiş, Konya milletvekili olarak Mecliste görev yapıyordu. Kapısı herkese daima açık, cömert, gayet güzel konuşan, Mevlevi kalpağı ile gezen, akıllı, sevimli, hoş sohbet, özü sözü doğru bir kişiydi.

    Atatürk, bu cevabı alınca çok duygulandı ve bana dönerek dükkana 40 lira
    bırakmamı emretti.

    Hemen parayı bıraktım. Kitapçı halıyı koşarak indirip paket yapmaya koyuldu.

    Bu arada Atatürk, Abdülhalim Efendi’nin kişiliğinden övgüyle bahsederek;

    – “Abdülhalim Efendi, evde halısını satacak kadar parasız kalıyor ama,
    kapısını kimseye kapamıyor” diyerek onu övdü. Sonra da kitapçıya dönerek;

    – “Bana bak, halıyı biz alıyoruz. Fakat halıyı Abdülhalim Efendi’nin evine
    yollayınız, biz oradan aldırırız. Akşamüzeri de kendilerine bir kahve içmek için geleceğimizi söyleyiniz.” dediler. Kitapçı bu davranışa şaşırmış bize bakarken, arabaya binip uzaklaştık.

    Aynı akşam Abdülhalim Efendi’nin evine gittik. Kendisi bizi avlu kapısında
    karşıladı.

    Eve girince baktım halı, kapı arkasında paketli olarak duruyordu. Mütevazı
    evinde minderlere oturuldu, kahveler içildi.

    Abdülhalim Efendi;

    – “Paşam halıyı almışsınız. Fakat halı evime geri geldi. Müsaade ederseniz, arabanıza koyduralım.” dedi.

    Atatürk de;

    – “Abdülhalim Efendi halı yine bizim olsun. Biz arada sırada sana kahve
    içmeye geldikçe onun üzerinde kahvemizi içeriz.” diyerek halıyı açtırdılar
    ve odaya serdirdiler.

    Kahveler içildi ve sohbet edildi. Giderken Abdülhalim Efendi yine bizi
    kapıya kadar uğurlayarak;

    – “Paşam eğer müsaadeniz olursa halıyı…” derken Atatürk sözünü keserek mütebessim;

    – “Abdülhalim Efendi, onu sana emaneten bırakıyoruz. Her gelmemizde onu burada görmek ve üzerinde oturmak isteriz.” diyerek veda edip ayrıldılar. Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar. Prof. Yurdakul Yurdakul
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster