-
51.
011) Maide(5)/69. إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَادُواْ وَالصَّابِؤُونَ وَالنَّصَارَىTümünü Göster
مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وعَمِلَ صَالِحًا فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ
وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
(grammer hatası)
Kur’an'da var olduğu iddia edilen gramer hatalarına bir örnek olarak gösterilen Maide Suresi 69. ayette yer alan kelimenin farklı kullanımına yapılan itiraza gelince:
Evet, cümlenin normal akışına göre, merfu/ötreli/vavlı olarak kullanılan “es-Sâbi’ûne” kelimesinin, mansup, üstünlü/yâlı olarak “es-Sâbi’îne” şeklinde olması gerekirdi. Nitekim, aynı kelime, diğer iki ayette, yani; Bakara 62. ve Hacc 17. âyetlerinde “es-Sâbi’îne” şeklinde kullanılmıştır. Çünkü cümlenin başında bulunan “inne” lafzı “nasb” adı verilen bir harekeleme şeklini gerekli kılar ve “ya” da “nasb alâmeti” dir. Fakat Mâide 69. âyette “es-Sâbi’ûne”’ye “ref‘” alameti olan vav verilmiştir. Bu sebeple burada kural dışı bir irab söz konusudur.
Ancak şu bir gerçektir ki, en meşhur ve muteber Arap dili nahivcileri ve gramerciler, Maide 69. âyeti de görmüş ve üzerinde kafa yormuşlardır. Arap dili uzmanlarına göre;
- Genel kaideden farklı bir kullanımın adı “hata” değil, şazz/istisnadır.
- Kur’ân gibi önemli bir kitapta böylesine basit gramer hatalarının yapılamayacağı kesindir.
- Bu gibi inhiraflar/şazlar/istisnalar Arap dili ve gramerinin diğer kaynaklarında da vardır. Ve bunlara hata olarak bakılmaz.
- Nitekim Zemahşerî, Kur’ân tefsirinde, adı geçen âyetin hemen devamında islam öncesi şairlerden birine ait bir beyti zikretmiştir. Beytin “ennâ ve entum” kısmı, “ennâ ve iyyâkum” şeklinde olmalıydı. Fakat biz burada genel kaideden bir istisnanın olduğunu görüyoruz. Bu beyit bu çeşit inhirafların “Gramer Hatası” olarak adlandırılamayacağına yeterli bir delildir.
Bu nevi şâzların, en azından câhiliye dönemi şiirlerinde mevcut olduğunu ve bilindiğini doğrulamaktadır. Nitekim bu tür şâzlar, Arap dili ve edebiyatı hakkında bilgi sahibi hiç kimse tarafından hata olarak isimlendirilmemiş ve isimlendirilmemektedir.
- Bu ve benzeri ayetlerin farklı konumları, hemen bütün tefsirlerde söz konusu edilmiş ve farklı yorumlarla bunun bir gramer hatası olmadığı sonucuna varmışlardır.(Misal olarak bk. Taberî, Razî, Kurtubî, Alusî, ilgili ayetlerin tefsiri).
- muhafazid Hamidullah’ın da işaret ettiği gibi, Kur’ân zaman zaman gramere uymayabilir. Bu durum Kur’ân’ın kendi dilini yine kendisinin oluşturmasından kaynaklanmaktadır.
- Kaldı ki, Kur’ân-ı Kerîm sadece edebî lehçeden beslenmez, onun dil yapısında eşit derecede olmasa da altmış dört Arap lehçesinin payı vardır. Halbuki gramer edebî lehçeye dayanılarak oluşturulmuş bir yapıdır.
!Alıntı!
çelişkili ayetler için
öncelikle yazıdaki ayetlere dikkat edersen peşpeşe gelen yada birbirlerine yakın ayetlerdir. çelişkiye düşen bir insan için bile çok yakında ve farkedilebilir mesafedeyken Yüce yaratıcımız Allah bu çelişkiyi elbetteki farkedebilir ki bu ayetlerde çelişki olamadıgını her bir karşılaştırmalı ayet için o surenin bütününü ele almak gerekir.
Öncelikle
Enfal-65 Eğer sizden yirmi tane sabreden olursa ikiyüze galip gelirler ve eğer sizden yüz kişi olursa kâfirlerden bin kişiye galip gelirler.
Şu halde bu nisbete kadar düşman karşısında sabır ve sebat göstersinler. Bu ölçüde ve böyle bir azim ve iman ile sabra alışsınlar, ilâhî nusrete güvenip mücahede eylesinler. Daha fazlasından mükellef değiller. Sabır ve sebat ile ilgili emirler sınırsız da değildir. Bu nisbetin böyle iki bölüm şeklinde ve sayıyla ifadesi iki nükteye dayanmaktadır: Birincisi, fazlasıyla kendilerine güvenmek için bir moral takviyesidir. Yani bu nisbetin sadece yirmi ve ikiyüz gibi küçük gruplara mahsus olmayıp, çoğaldıkça da aynı oranın geçerliliğini anlatmaktır.
ikincisi islâmiyet'in başlangıcında askeri birliklerin teşkilatlanmasındaki temel unsuru belirtmeye işarettir. Demek oluyor ki iman, bir mümini kâfire karşı on kattan daha fazla büyülten ve güçlü kılan bir kuvvettir. Ve bu kuvvet tek kişi olduğu zaman değil, en az yirmi kişilik bir grup oluşturdukları zaman kendini gösterir ve ortaya çıkar.
Bu, yani bu galip gelme o kâfirlerin gerçekten anlayışsız bir kavim olmaları sebebiyledir. Çünkü onlar başlangıcı ve sonucu anlamazlar: Allah'a ve ahirete imandan uzaktırlar, savaşları, müminlerinki gibi, Allah rızası için, Allah'ın emrine uymak için ve îlâyı kelimetullah (Allah kelimesini yükseltmek) niyyetiyle değildir. Hamiyyet-i cahiliyye denilen kavmiyyet (ırkçılık) uğruna ve şeytanca maksatlarla düşmanlık ve yağma içindir. Onların gözünde dünya hayatı ve nimetleri herşeydir, ahiret hayatı ise bir hiçtir. Güçlü bir kalb ve gerçek bir azim ile cihada atılmazlar. Bundan dolayı hayatın ve harbin gerçek amacına ve özüne vakıf olan müminlerin bir tanesi, onların onuna karşı koymaya ve galip gelmeye adaydır. Bu iman ve bu azim ile sabır ve sebat gösterip bütün gayretlerini ortaya koymalıdırlar. Bundan anlaşılıyor ki, ilk müslümalar çok büyük bir kudsi kuvvete erişmiş ve çok ağır bir sabır göstermekle mükellef bulunuyorlardı. Böyle bir mazhariyete ermiş bulunan üçyüz küsur kişilik Bedir mücahitlerinin karşısında bin kişilik müşrik ordusu hakikaten ne kadar az bir sayı ne kadar küçük bir sayı eder. Çünkü kuvvet bakımından müslümanlara denk olabilmeleri için, bu ölçüye göre, en az üçbin kişi olmaları gerekirdi.
Enfal-66 Müslümanlar çoğaldıkça içlerinde zayıf olanlar da bulunduğundan, daha önceki çile çekmiş sadakat sahibi müminlerde olduğu gibi, birin ona karşı koyması ve savaştan kaçmaması ve eğer bu durumda bile firar ederse "Allah'ın gazabına uğrayıp, cehenneme varacağı" (Enfâl, 8/16) hakkındaki ilâhî hüküm hafifletilmiştir. Şu halde bundan böyle sizden yüz adet sabırlı kimse olursa ikiyüz kişiye galip gelirler, ve sizden bin (sabırlı) kişi olursa ikibine karşı Allah'ın izniyle galip gelirler. Ve Allah sabredenlerle beraberdir.
Allah'ın yardımına ermek için her halükârda sabır en büyük şarttır. Şu halde bundan böyle bire karşı iki nisbetinden daha fazlasına sabredemeyenler, sebat gösteremeyip savaşı terkedenler firarî sayılmazlar. Fakat silah ve mühimmatı bulunduğu halde bire karşı ikiden de yüz çevirip savaştan kaçanlar, "Allah'ın gazabına uğrayıp cehennemi boylayanlardan" olurlar. Yani bu âyetin hükmünü hak ederler. Bunda da en az yüz kişilik bir bölük olmak şartı geçerlidir. Bundan anlaşılır ki, bu tahfîf, birin ona karşı galip gelme ihtimalini ve imkânını ortadan kaldırmak için değildir, ikiden fazlaya karşı savaşı kabul etmenin ve direnmenin vacip olmadığını ve mendup olduğunu bildirmek içindir. Şu halde müslümanlar, iki kattan daha fazla bir düşmana karşı savaşı kabul etmemekten dolayı günahkâr duruma düşmezler. Genel anlamda savaşa güç yetirme meselesinde esas nisbet ikiye birdir. Bununla beraber daha sonradan da islâm Tarihi'nde Allah'ın izniyle birin on misli düşmana ve daha ziyadesine galip geldiği nice savaşlar vardır. Hasılı, Allah'ın yardımı savaşa hazırlık ve savaş sırasında gösterilen sabır ve sebata göre vaad olunmaktadır
Mücadele-12.13 burada çelişki göremedim ama sadaha verilmemesinin nedenin Herşeyi gören ve bilen bir yaratıcının o sebebi gördüğü için bunu belirttiği ve bir önceki ayette bağışlayabileceğini tebliğ ettiği ve bunu uyguladığını gördüm üzerinde duracak bir çelişki yok sanırım
Nisa-78.79 Kendilerine bir iyilik dokunsa “Bu Allah’tan” derler; başlarına bir kötülükgelince de “Bu senden” derler. “Hepsi Allah’tandır” de
hepsi Allahtandır o dilediğine iyilik dilediğine de kötülüğü dokunacak kudreti elinde tutandır lakin merhameti boldur ve kimseye sebepsiz kötülüğü bulunmayandır. bir günaha bir ceza bir sevaba bin mükafat vermesi de bunu gösterir. Allah'ın adaleti de şüphesiz vardır ve insan yaptığı kötülüğe karşı aldığı bir kötülüğü Allah takirinde de olsa kendi bunu bilerek ve görmezden gelerek bir nevi kendinden bir kötlük bulmaktadır
kendim ettim kendim buldum !
başlık yok! burası bom boş!