/i/İnanç

İnanç
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 51.
    0
    her bir maddenin ayrı ayrı bu kadar uzun açıklaması vardır ve elbette ki bir uzman olmadığımdan kendimce bir yazı yazmayı görev saydım vereceğim cevaplar açılayıcı olmayabilir yada seni tatmin etmeyebilir uzun balıklara kısa cevap vermekteki kısırlık ve benim senin sormak istediğini senin gibi düşünemeyip cevaplamamdan da kaynaklanıyor olabilir, neticesinde her bir soru için bir uzmana danışmanı birebir yüz yüze sormanı şiddetle tavsiye ederim çünkü bu tarz soruların cevabını alabileceğin yere sormak herzaman daha iyidir. Her müslümanın bilmesi gereken bu cevapları günümüzde sadece alimlerin bilebilmesi o dinin değil mensuplarının ekgibliğidir ben de dahil

    1) Kehf(18)/83,84,85,86. Nihayet güneşin battığı yere ulaştı. Yerleşmiş olduğu yerin gün batı tarafından ta sonuna kadar vardı. Tefsir bilginlerinin de yaptıkları açıklamaya göre, Okyanus denilen Atlas Okyanusunun batı kenarına ulaştı. Bu Okyanus denizinde "Halidat" ismi verilen adaların bir zamanlar uzunluk (boylam) başlangıcı olarak kabul edildiklerini kaydediyorlar.Bununla birlikte biz bugün bu Halidat adalarının ne olduğunu tayin edemiyoruz. Özetle uzak batıya vardığı vakit güneşi (sanki) siyah bir çamura batıyor buldu. Veya "hâmiye" kırâetine göre, kızgın bir pınar içinde batıyor buldu Bu şekilde bu su pınarından maksat, okyanus ve özellikle denizin ufuktaki batış noktasıdır
    Bu su .içilebilecek parlak ve duru bir kaynak gibi değil, kara balçıkla bulanmış, dibi görünmez karanlık bir kuyu gibi görünüyor ve güneş bunun ufkunda batarken zayıflamaya başlayan parıltısı, allı morlu yansımalarıyla puslar içinde çalkalanarak karanlık bir batağa batıyor da, battığı nokta balçıklı bir göz gibi bulanıp kararırken aynı zamanda renk ve buharıyla kaynayan kızgın bir köz halinde bulunuyor

    http://www.olympos.com.tr...s/2011/02/04022010_6H.jpg

    2) Hac(22)/65. burada bilim dışılıktan ziyade bilimsel bir olusumun arkasındaki kudreti açıklıyor. denizde akıp gitmekte olan gemiler suyun kaldırma kuvveti, göğün asılı durmasını merkezkaç ve yörünge duran cisimlerin çekimlerinden yani kuantum fiziği gibi anlamakta zorlanılacak bir bilimselliğin arkasındaki olayı açıklamıs.

    her meleğin bir görevi olduğu güneşin ayın ve tüm cisimlerin birer melek vasıtasıyla belirli yörüngelerde sapmadan durduklarını başka birçok yerde görebilirsin. her ses frekansını duyamayan aciz kulağımız gibi her ışıksal objeyi de göremeyiz. melekler gibi nurani varlıklar gibi. yaşamımızı sürdürmek için görmemiz ve duymamız gerekenler oldukça yeterli olduğu için neden göremiyoruz diye düşünmene de cevap olur belki sesi göremeyip ışığı duyamadığımız gibi melekleri de farklı bir hisle anlayabiliriz. gözünü kapatan bir insan ışşığı nasıl göremez ise ruhani varlığı anlamak için içsel duyumuzu (artık adını ne koyuyorsanız kalp gözü de diyebilirsin ) açık tutmak gerekir

    3) Zariyat(51)/49. burada bilim dışı yada bilime ters ne gördüğünü merak ettim
    zıtlık kavramı olmadan zıtların her birini anlamakta zorlanırsın elbette ki Allah"ın varlığını anlamaktaki en büyük zorluk da zıttının olmayışıdır

    4) Fussilet(41)/12 Saffat(37)/6,7,8,9.
    yedi kat göğün bize en yakın kat olan düşünüp anlayabildiimiz uzayın tamamı kastedilmiştir derin uzay görebildiğimiz ve göremediğimiz tüm kainat. sorunun diğer kısmındaki kalan katları ise göremediğimiz melekler gibi başka bir alemin katlarıdır.

    Mülk(67)/5 göğün kandiller le donatılması. ve ateli birer azap olmaları. her bir yıldızın parlaklık kaynağının ateş olduğu be cehennem ateşiyle (belki cehennemi oluşturacak ateşin de kaynaklarıdır )aynı yapıda olduklarını biz güneşin yapısını bilmeden yüzyıllar önce bize söylemiştir.

    Şeytanın da bir ecini olduğunu ve Cinlerin atası olan iblisten geldiklerini biliyoruz ve aynı soydan gelen cinlerin mirac'a yani göğün diğer kısımlarına geçemeyeceklerini ve o kattaki melekler tarafından sürekli olarak uzak tutulmak üzere gözetlendiğini de bilimin açıklayamayacağı tarzda dile getirmiştir bilime ters değil bilim dışıdır.

    5) Rad(13)/13 Ve ra'd, O'nu hamd ile tesbih eder. Gök gürlemesi de O'nun yüceliğini dile getirir ve O'na hamd eder. (Ra'd ile Berk anlamı için Bakara Sûresi âyet 19'a bakınız). Şimşek ile birlikte olan ve daha sonra işitilen o gök gürlemesi, o yürekleri yerinden oynatacak gibi tepede patlayıp, yerleri ve gökleri sarsarcasına ufuktan ufuğa yayılan o çatlayış ve gürleyiş, Allah Teâlâ'nın nimet ve rahmetini, azemet ve kibriyasını ilan ederek O'nun uluhiyetinin şanını tesbih ve tenzih eden bir sestir ki, tesbihinin altında yatan mânâyı bütün âleme haykırır. Ya da işitenlere bu mânâyı hatırlatıp telkin eder .

    Melekler de O'nun heybetinden, yani Allah'dan korktuklarından dolayı böyle tesbih ederler. O'nun için gök gürlemesinin ardarda yankılanan sesi duyulur. Ve Allah şimşekler gönderir de her kimi dilerse onunla onu vurur, o kimseye isabet ettirir, çarptırır, yakar. Böyle olduğu halde, onlar (yani, o kâfirler) hadlerini bilmezler de Allah'la mücadele ederler. Oysa Allah'ın havli ve kuvveti (ya da her türlü hileye karşı tedbiri ve takdiri) pek şiddetlidir, çok çetindir.

    Burada Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl olayına işaret olunduğu naklediliyor. Şöyle ki, meşhur şair Lebîd b. Rabîa'nın kardeşi olan Erbed b. Rabîa ile Amir b. Tufeyl, ikisi birlikte Hz. Peygamber'e gaile çıkarmak için gelmişler, mescide girmişlerdi. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de ashaptan bazı kişilerle birlikte orada oturuyordu. Amir çok yakışıklı idi, güzelliği ve şıklığı oradakilerin dikkatini çekti, ona bakıyorlardı. Amir arkadaşı Erbed'e daha önce şöyle tenbih etmişti: "Ben muhafazid'le konuşmaya başlayınca, yavaşça arkasına geç ve boynunu kılıçla vur" demişti. Hz. Peygamber Amir ile konuşmaya başlamış, Erbed de arkasına dolaşıp geçmişti, kılıcını bir karış kadar çekmiş, fakat Allah Teâlâ izin vermediğinden tamamiyle sıyıramamıştı. Amir, ne duruyorsun, haydi dercesine gözüyle kaşıyla işaret etmeye başladı. Peygamber Efendimiz de bu durumu gördü ve hemen "Ey Allah'ım, bu ikisine dilediğini yaparak bana yardım eyle!" diye dua etti.

    Defolup gittiler. Allah Teâlâ, açık bir yaz günü Erbed'in tepesine bir yıldırım indirdi ve onu yaktı. Amir de kaçarak gitti, Beni Selul'den bir kadının evine indi. Sabah olunca, büsbütün rengi atmış ve benzi solmuştu. Sonra atına bindi, silahını çekti, çölde bir yandan sağa sola at koşturuyor; bir yandan da "Çık karşıma ey ölüm meleği, haydi çık!" diyerek şiir sayıklıyordu ve "Yemin ederim ki, şu sahrada muhafazid ve onun koruyucusu olan ölüm meleği karşıma çıksa ikisini de mızrağımla deler geçerim." diyordu. Derken Allah Teâlâ ona bir melek gönderdi, melek onu bir kanadıyla çarptı, yere yuvarladı; o vakit dizinde büyük bir gudde, yani hıyarcık çıkmıştı, açıkçası vebaya yakalanmıştı. Bunun üzerine o kadının evine geri döndü. "Deve guddesi gibi gudde ve Beni Selul'den zavallı bir kadının evinde ölüm! Hayır olmaz bu işte!" diyordu. Sonra yine atını istedi, bindi ve sürdü bir daha geri dönmedi, at sırtında öldü
    !Alıntı!
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster